Türkiye‘de din adına konuşanlarına bakınca, insanın aklına hemen ‘bu meselelerin, bu düzeyde ele alınıp tartışıldığı başka bir yer var mıdır’ sorusunun gelmesi normaldir. Dini tartışanların bir kısmında aleni olarak görülen, bazılarında üstü örtük bir şekilde dile getirilen konu ve yaklaşımların, sanki insanları dinden uzaklaştırmak gibi bir maksat taşıdığından şüphelenmek mümkündür fakat bu kadar kuşkucu olmaya gerek yoktur, bu meselelere bakanların önemli bir kesiminde ciddi bir zihniyet sorunu vardır demek daha doğru olacaktır. Hadi, bu üslup ve seviye meselelerini bir tarafa koyalım, dini ‘negatif bir kurallar zümresi’ olarak görmek neyin nesidir?
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘İslam’ın bugünkü meseleleri’ hakkında ortaya koyduğu tavır, sadece İslam üzerine ileri geri konuşan, din hakkında neredeyse karalama kampanyasının bir parçası haline gelen unsurlara karşı verilmiş bir cevaptan öteye bir anlayışı yansıtmaktadır. Kelam-ı Kadim ortadayken İslam Peygamber’inin uygulamaları ve metodu biliniyorken İslam’ı belli bir zamanın belli toplumsal ilişkiler düzeninin ürettiği bir ‘anlayış tarzıyla’ değerlendirmeye rıza göstermek yanlış olacaktır.”
Yöntem ve yorum
Önce şu tespiti yapmak gerekir ki bugün dinin gündelik hayatla ilgili hükümlerinin nasıl ele alınacağı meselesi yöntemle ilgilidir, doğrudan doğruya dine ‘nasıl bakıldığına’ dair bir meseledir. Bilindiği üzere bütün büyük dinler, temelde Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği Kitaba dayanmaktadırlar. İman meselesi bütün dinlerin temelini oluşturur, onun tartışılması mevzu bahis değildir fakat muhtelif toplumsal meselelerin konuların nasıl ele alınacağına dair hukuki, ekonomik, kamusal, dünyevi sorunların nasıl düzenlenmesi gerektiği hususu, belli bir metodolojiyle ele alınıp tartışılacak muhtelif görüş ve fikirlerin ortaya konulacağı konulardır.
Aslında İslam dini etrafında bu meselelerle ilgili yaklaşımın nasıl olması gerektiği konusunda da geniş bir tarihsel ve düşünsel birikim söz konusudur fakat bu birikimi reddederek ya da oradaki bir değerlendirmeden kalkarak, Skolastik bir mantıkla belli bir zamana belli bir ‘dünya görüşüne’ dayanarak yapılmış olan dini yorumları ‘din budur’ diyerek savunmak, bu anlayışa aykırı gördüklerini ‘din dışı’ diye nitelemek aslında dine değil bir dünya anlayışına belli bir zamana bağlanmak demektir.
“İslam fıkıh ve kelamcılarının belli bir tarihsel dönemin sorunlarına belli bir düşünce biçiminin sorduğu sorulara verdikleri cevapların içinden hareket ederek onlara dayanarak bu ‘dünyevi hükümleri’ dinle karıştırmak, onları ‘nas’ olarak kabul ederek oradan bugünü düzenlemeye kalkmak tamamen belli bir sosyolojik zemine hapsolmaktan öteye bir anlam taşımaz.”
Dini olan ve kültürel olan
Din, İnsanla Tanrı arasında bir ilişki kurar; bu insanın bir dine inanarak, imanıyla özgüven kazanarak evrensel düzlemde özgürleşmesi sürecidir. Bu bağlamda din, tarihsel olarak elbette belli sosyolojik çerçeveler içerisinde üretilmiş kültüre de damgasını vuracaktır. O kültür içinde kabul görmüş dini görüşleri, yani geleneği tarihsel mukayeseli olarak yorumlamak, esas olarak değişimi hesaba katmak gerekir. Tarihsel bakımdan bir dine inananların ürettiği kültürün içinde dinsel tecrübe vardır fakat yeni durumu kapsamak için her zaman yeni yorumlara ihtiyaç duyulacaktır.
“Kısaca, kültürel olanla dini olanın farkını anlamak lazımdır; biri değişir, diğeri evrensel ve zaman üstüdür.
Bugün, ne İbn-i Haldun’un bahsettiği göçebe-medeni toplumsal diyalektiğinin, ne köylü-kentli etkileşiminin yaşandığı tarımsal uygarlıklar çağındayız; sanayi çağının aşıldığı bir zamanda önceki ‘tarihsel dini yorumlara’ hapsolmaya değil, yeniyi kuşatacak bir anlayışa ihtiyaç vardır.”