‘Sokaklar yürümekle aşınmaz’ Süleyman Bey’in bu ünlü sözü unutulmamıştır. Demokrasilerde ‘fikri hür vicdanı hür’ insanların her yerde olduğu gibi sokaklarda da yürüme, özgürce protesto etme hakkına vurgu yapan bu söze inananlar, dün Türkiye’nin demokratikleşme sürecine karşı militarist ideolojinin yönlendirip sokaklara saldığı ‘proje militan’ hareketlerinin ‘GLADYO güdümlü cuntaların’ meydana getirdiği krizler, operasyonlar karşısında şaşırmışlardır! O yıllarda Türk demokrasisi henüz emekleme döneminde olduğu için, ortada demokrasiyi savunacak sivil toplum, sivil zihniyet yeterince güçlü olmadığı için bu militarist ideolojinin militanları 1960’ta olduğu gibi ya doğrudan darbeler yaptılar ya da darbelerin yapılması için gerekli şartları oluşturdular.
Bugün bu çevrelerin yaşadığı şaşkınlık, yaşadığı bunalım, sokakları yeniden bu tür anti-demokratik bir hareketlenmeye sürükleme çabalarının yetersiz kalmalarıyla ilgilidir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur çünkü Türkiye değişmiştir. Hatırlayalım “dün Türkiye’de ‘devrimci şiddet’ adı altında cinayet işleyen katliam yapan bu çeteler, doğrudan Türkiye’yi kontrol altında tutmak isteyen Batı sisteminin çeşitli merkezleri tarafından, onların servisleri marifetiyle yönlendirilen unsurlardır.”
Gladyonun solcuları
İşin ilginç yanı; sol sosyalizan bir dil kullanarak her türlü eylemi yapan bu örgütler, bir taşla iki kuş vurup bir taraftan Türkiye-Sovyetler arasında geliştirilmeye çalışılan ekonomik işbirliğini sabote ederken diğer taraftan da kamuoyunda anti- Sovyet bir kanaatin oluşmasına ‘katkı yaparak’ Batı sistemini yücelten bir anlayışın yerleştirilmesine ‘kapitalizmin karargâhı’ TÜSİAD’dan daha fazla hizmet etmekteydiler.
12 Eylül öncesi sol adında örgütlenmiş, sokakları kana bulayıp, kendi görüşlerinden olmamak bir yana kendi fraksiyonlarına mensup olmayanlara dahi hayat hakkı vermeyen militarizmi sol kavramlarla donatarak, devrim diye bir darbe ideolojisini hazırlayan fraksiyonların teorik olarak solla alakaları olmadığı gibi, fiili olarak da Sovyetlerle bağlantısından çok öte başta GLADYO olmak üzere, özellikle Avrupalı servislerle irtibatlı oldukları konusu artık bir şüphe olmaktan çıkmıştır.
Şimdi durum daha iyi anlaşılmaktadır ki bu yapıların uzantıları hatta eski örgüt şefleri bizatihi görev başındadırlar ve kendilerine verilen görevin bilincindedirler. O bilinçle CHP’nin Meclis zemininde sürdüreceği muhalefetin anlamsız olduğunu söyleyerek, ümitlerini sokaklarda planladıkları eylemlere bağlayarak, yeni projeler peşine düşmektedirler.
Çatal dilli siyaset
Bu unsurların yazdıklarında, söylediklerinde ikili bir dil kullandığı gözden uzak tutulmamalıdır. Bu dillerden görünür olan; lafzi olarak sol kavramlara dayanan bir eleştiri söylemidir. ‘İşçi sınıfı, sosyalist mücadele, kapitalizm eleştirisi’ gibi algılanacak bu söylem, hem bu konuları ele alacak düzeyde olmadığın için hem de teorik olarak hiçbir toplumsal gerçek duruma tekabül etmediği için ciddiye alınamaz.
Zaten bunların asıl maksatları bu olmadığı ve 21. yüzyıldaki bir toplumu analiz edecek çapta sol teorinin iç sorunlarından habersiz oldukları için de söylemlerinin bu boyutunun üzerinde durulması fazla anlamlı değildir. Söylem içindeki ikinci dil ise çok önemlidir, orada onlar artık sol kimlikleriyle değil gerçek kimlikleriyle Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak isteyenlerin verdikleri işle ilgili konuşmaktadırlar. Evet, işçi sınıfı adına değil Batı kapitalizminin en geri, en kanlı karanlık merkezlerinin operasyonel elemanları olarak, onların adına konuşmaktadırlar.
Bu söylem içindeki ikinci dil analiz edildiğinde açıkça ortaya çıkacaktır. Bu dilin önerileri açıktır. Onlara göre demokratik kurallar halkın tercihinin hiçbir önemi yoktur. Halk kimi seçerse hangi tercihte bulunursa bulunsun önemli değildir; bizatihi mücadele Meclis’i önemsizleştirecek bir stratejiye dayandırılmalıdır.