Çok uzağa gitmeye gerek yok, daha seksenli yıllarda her hangi bir kalkınma formunda veya benzeri uluslararası zeminlerde Asya’nın yükselişinden bahsetmeye kalksaydınız yüzünüze tuhaf tuhaf bakarlardı, çünkü ikinci savaştan sonra bağımsızlıklarını kazanan birçok yeni devletin önünde duran en büyük sorun ‘azgelişmişlikti’.
‘Soğuk Savaş’ sürecinin yarı resmi söylemine göre, bu ülkelerin önünde iki yol bulunmaktaydı. Birincisi Batı sisteminin piyasa ekonomisi yoluydu ki, başta ABD olmak üzere Batılı sanayileşmiş ülkelerin ekonomisine bütün kapıları açmak, onlarla işbirliği yapmaktan başka çare olmadığı ileri sürülmekteydi. Batı bir anlamda azgelişmiş bütün ülkeleri ve özellikle de Asya’yı vesayet altına almak için ‘piyasa’, ‘hür teşebbüs’ kavramlarını öne sürerek, kendi politikalarına tabi olmuş bir dünya yaratmanın derdindeydi. İkincisi; dönemin Sovyetler Birliği hegemonyasındaki sosyalist blok tarafından temsil edilen yoldu; onlara göre sosyalizm nerdeyse ‘bir kalkınma yoluydu!’ ve azgelişmiş dünyaya sundukları da buydu.
MUCİZE Mİ?
Her şey ‘Soğuk Savaşın’ bitiminden sonra hızlandı; ilk işaretlerden biri Uzak Asya’dan gelmişti. Japon mucizesinden sonra uzak Asya’da ortaya çıkan Asya Kaplanları diye bilinen ülkelerin yükselişi, arkasından derinden ilerleyen Çin’in kendini 2000’li yıllardan itibaren iyice hissettirmesi meselenin farklı bir yere gittiğini ifade etmekteydi. Elbette Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya’nın ne yapacağı önemliydi; nitekim çok geçmeden Rusya Sovyetleri çöküşe götüren ekonomik şartlardan hızla uzaklaşarak, ekonomik toplumsal parçalanmışlığı toparlamaya başlayarak, yeniden dünya sahnesinde bir dengeleyici güç merkezi haline gelecekti.
Asya’nın yükselişinin, her bir ülke için farklı dinamiklerden bahsetmek mümkündür fakat bu farklılıkların ötesine ya da bu ülkelerin harekete geçmelerini sağlayan ortak paydaya bakıldığında Batıya bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesinden sonra ülkelerin birbirlerinden etkilenmeleri, birbirlerinin tecrübelerinden, yeni üretim biçimlerine geçiş süreçlerinden etkilenmelerinin rolünden mutlaka bahsetmek gerekmektedir.
GELECEK NEREDE?
O zamana kadar görülmemiş bir olayın yani küresel fırtınanın ürettiği birincisi sermaye hareketleri; ikincisi, teknolojik değişimin yayılma hızının meydana getirdiği zorunluluklar; üçüncüsü ise, üretimi örgütleme beceri ve bilgisine sahip teknik yönetimsel mesleklerin ve üretici emeğin oluşumunun bölgede ortaya çıkmasının yarattığı değişimin bu süreçte vazgeçilmez bir fonksiyonu olmuştur.
Asya’nın yükselişi içinde Türkiye’nin yeri çok farklı bir anlama sahiptir: Türkiye sömürge olmamış fakat Batıya bağımlılık ilişkilerinin oluşumuna sebep olan bir dizi olayın ve Soğuk Savaşın faturasını ödemiştir. 2000’li yıllar içinde giderek hızlanan biçimde küresel dalganın yankılarına cevap veren bir değişimle birlikte Türkiye hızlı bir kalkınmayı gerçekleştirip, Asya’da yükselen dalgayla hem uluslararası hem ekonomik ilişkilerde yeni bir etkileşim ağı içinde buluşmuştur. Bugünlerde sözü edilen ‘Yeniden Asya açılımına’ bu perspektiften bakılınca durum daha iyi anlaşılacaktır. Bayramınız mübarek olsun.