İsrail’in Filistinlilere yönelttiği katliamın yeryüzünün neredeyse tamamında tepkiyle karşılanmasına, sivil toplum tarafından lanetlenmesine rağmen, Birleşmiş Milletler Teşkilatı düzeyinde durum farklıdır, uluslararası ilişkilerde ‘dünyadan büyük olanların’ gücüyle hareket eden devletler katında ciddi bir çözümün ortaya çıkması ihtimali fazla değildir. Burada uluslararası sistemin yapısal sorunu bir kez daha insanlığın karşısına engel olarak dikilmiş bulunmaktadır. ABD’nin de İsrail’in de bu kurumsal düzenin, güçlüyü koruyan sistemin özelliklerini bilerek bu vahşetin sergilenmesini hazırladıkları açıktır.
İsrail’in geleceğinin garantisi veya varlığının meşruiyetinin Filistinlilerle bir arada yaşamaktan geçtiğini dolayısıyla her saldırı ve katliamın bu meşruiyeti yok ettiğinin altını çizmek istiyorum. Burada İsrail’in bu meşru yaşama hakkını savunması için yapması gerekenler vardır; “İlk olarak İsrail’in militarist/din devleti olmaktan uzaklaşıp demokratik devlet düzenine geçmesi lazımdır ki böyle bir dönüşümle oluşturulabilecek demokratik siyasal yapı bu ülkeye aynı zamanda Siyonizm’e karşı laikliği inşa etme imkânı verecektir. İsrail için laiklik, hem devletin bir dinsel ideolojik alan olmaktan çıkmasına, hem de militarist/Siyonist ideolojiden kendisini soyutlamasına fırsat sağlama potansiyelini bünyesinde taşımaktadır. İsrail’in değiştirmek durumunda olduğu ikinci husus, ırkçı anlayıştan uzaklaşması, devletin kolektif terör uygulayan bir araç olmaktan çıkmasıdır.”
Militarist/terör devleti
Burada önemli engeller bulunmaktadır yani İsrail devletinin bu değişimleri kendiliğinden yapması mümkün görünmemektedir. Çünkü İsrail kuruluşundan bu yana militarist bir örgütlenmeye sahip olmuştur ve bunu değiştirmeyi düşünmek dahi istememektedir. İsrail, devlet felsefesini oluşturan bu problemi aşamamaktadır çünkü böyle bir girişimi varlığını tehlikeye atmak olarak görmektedir. Bu anlayışın arkasında Siyonist ideolojinin devlete yüklediği misyonun bulunduğu da düşünülürse, böyle bir şeyin olmasının önünde siyasal, dinsel, geleneksel, zihinsel engeller olduğunu görmek zor olmayacaktır. Bu engellerin aşılmasını önleyen olaylardan biri de bu katliam ve vahşet politikasının İsrail tarafından içselleştirilmiş olmasıdır.
“İsrail’in barış içinde birlikte yaşama projesine tahammülsüzlüğü ile demokratik bir devlet olma konusundaki korkuları, yaşadığı çelişkiler de aynı nedenlere dayalıdır. Bunlar arasında Siyonizm’in beslediği sosyal psikolojik faktörler ve demografik şartların belirleyicilik düzeyinde olduğunu tespit etmek mümkündür.” Filistin’de Arap nüfusunun çokluğu ve yüksek nüfus artışı Yahudilerin demokrasiye geçme konusunda başlıca korkusu halindedir ki bu korkunun Filistinlileri dışlayan/ötekileştiren Siyonist ideolojiyle onun yerleştirdiği nefret anlayışıyla nasıl bir fanatizm meydana getirdiğini izah etmeye dahi gerek yoktur. Bu anlayışın oluşturduğu davranış biçiminin İsrail devletinin takip ettiği terör politikalarının başlıca dayanağı olduğu açıktır.
Abd’nin çıkmazı
İsrail bu tavrını ilanihaye sürdürebilir mi? Dünya sistemindeki değişim, Ortadoğu coğrafyasının bu değişimin etkilerine göre yeniden konumlanmasının kaçınılmaz olması gibi daha birçok yeni gelişme,
“Asya’nın yükselişi gibi yeni dinamikler İsrail’in bu işgalci/yayılmacı politikalarını, katliamcı terör devleti uygulamalarını sürdürmesinin sınırlarını şimdiden belirlemiş olmaktadır. Daha önemlisi, İsrail bu katliamlarla uluslararası hukuk ihlalleriyle bu gelecekte bu coğrafyada var olmanın meşruluğunu hızla yok etmektedir.”
Burada ABD’nin konumunun giderek daha dramatik hale geldiğini belirtmek gerekir. ABD yönetimleri İsrail’in bu ırkçı/Siyonist politikalarını destekleyip teşvik ettikçe bugün halklar düzeyinde yarın devletler düzeyinde Ortadoğu’da ‘istenmeyen devlet’ durumuna gelmektedir. Dünyada yaşanan değişimin ABD’yi Ortadoğu’dan uzaklaştıracak bir eğilim içinde olduğunu da dikkate alınırsa, aslında bu bölgenin geleceğinde ABD’nin olmamasının muhasebesini yapmak gerekecektir. ABD’nin yanlış siyaseti kendi çıkmazına dönüşmüş bulunmaktadır.