Cumartesi sabahı dünya ABD, Fransa ve İngiltere’nin Suriye’ye yönelik kısıtlı müdahalesine uyandı. Beklenilen bir operasyondu; fakat kapsamı ve zamanlaması merak uyandırıyordu. Herkesin operasyondan beklentisi ve yaklaşımı farklıydı.
Operasyonun ilk saatlerinde rejim ve taraftarlarının önce operasyonun gayrimeşruluğuna vurgu yaptıklarını gördük. Çünkü sonunun nereye varacağını kestiremedikleri bir saldırıyla karşı karşıyaydılar. Saldırılar sadece kimyasal kapasitenin tasfiyesiyle mi sınırlı kalacaktı? Yoksa rejimin devrilmesine yol açacak yeni bir dönem mi başlıyordu? Operasyonun ilk saatlerindeki dedikodular saldırıların çok kapsamlı ve sonuç verici olduğu yönündeydi. Fakat durumun bu şekilde olmadığı ve saldırıların oldukça kısıtlı olduğu anlaşıldığında rejim ve taraftarlarının bu sefer “zafer” çığlıkları attığını gördük. Değerlendirmeleri Batılı trionun bu saatten sonra rejimi devirecek imkanlarının da isteklerinin de olmadığı yönündeydi. Bu imkansızlığı ve isteksizliği bir “galibiyet” olarak yorumladılar.
Aksi bir tablo muhalif çevrelerde ortaya çıktı. Operasyonun ilk saatlerinde yayılan dedikodular, Batılı trionun niyetinin bu sefer ciddi olduğu ve rejimin zor durumda kalabileceği yönünde bir algı oluşturdu. Fakat günün ışımasıyla art arda gelen açıklamalar, özellikle de ABD Savunma Bakanı Mattis’in açıklaması, tabloyu tersine çevirdi. Değerlendirmeleri Batılı trionun rejimi devirecek kapasitesinin olduğu fakat isteklerinin olmadığı yönüne evrildi.
Hakikaten de operasyon etrafında bu kadar fırtına koparacak bir kapsam ve etkiden uzaktı. Rejimin kimyasal kapasitesi dahi sınırlı bir şekilde hedef alındı. Kapasitenin sonlandırılmasından ziyade bir miktar caydırıcılık oluşturularak rejimin en azından bir süre kimyasal silaha başvurması engellenmeye çalışıldı. Daha da büyük resimde ise bu caydırıcılık üzerinden rejimin Batılı trionun etkinleşeceği Cenevre sürecine daha ciddi yaklaşması sağlanmak istendi.
Türkiye ilkeli duruşunu ve aktif diplomatik yaklaşımını krizin başından beri korudu. Türkiye’nin yaklaşımı şu şekildeydi: Hem kimyasal silah kullanımı ve hem de konvansiyonel silahlarla yapılan toplu katliamlar uluslararası toplum tarafından engellenmeli ve cezalandırılmalıdır. Fakat halihazırda kaos içerisinde olan Suriye’yi bir bölgesel ve global tırmanış sahasına çevirmenin kimseye faydası olmaz. Bu sebeptendir ki operasyona karşı başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Bakanlığın yaptığı açıklamalar yukarıda anlatılan yaklaşım üzerine kuruldu. Rejimin kimyasal silah kullanımının karşılıksız kalmamasına destek verildi; aynı zamanda bir parantez açılarak aynı tepkinin konvansiyonel silahlarla yapılan katliamlara da gösterilmesi gerektiği, bölgesel ve global bir tırmanıştan ise kaçınılması ve siyasi müzakerelere yoğunlaşılması çağrısı yapıldı. Bu salt bir çağrı da değildi; zira Türkiye ilk andan itibaren çok aktif bir diplomatik trafiği yürütüyor. Rusya ve ABD’li muhataplarını sağduyuya davet ediyor.
Önümüzdeki dönemde Batılı trionun Cenevre çalışmaları hızlanacak. Rusya’nın, Batı’yla yürüttüğü müzakereler yoluyla saldırıların kısıtlı tutulmasının karşılığını Cenevre’de verip vermeyeceğini ise bekleyip göreceğiz.