İsrail Parlamentosu’ndan geçen ulus-devlet yasasının bazı sorunlarını bir önceki yazımda ele almıştım. Yasa en basit ifadeyle yaklaşık 2 milyon Arap vatandaşa sahip olan İsrail’de ırk ayrımcılığına dayanan bir sistemi resmileştirmişti. Güney Afrika’da benzeri sistemin kalkmasının üstünden neredeyse 25 sene geçtikten sonra İsrail Güney Afrika modelini (Apartheid) kopyalamış oldu. 1993’te Nelson Mandela’yla Frederik Willem de Klerk’ün birlikte Nobel Barış Ödülü almasına sebep olan Apartheid’ın sona ermesi uluslararası toplumca kutlanırken, 25 sene sonra Apartheid’in İsrail tarafından resmileştirilmesi karşısında aynı uluslararası toplumun sessiz kaldığını gözlemliyoruz. İsrail’e tanınan bu ‘istisnacılık’ dünya siyasi tarihine kara bir leke olarak geçecek.
İsrail uzun yıllar boyunca kendisini Ortadoğu’nun tek demokrasisi olarak pazarladı. Batı’daki kulaklara ‘sizdeniz’ demenin bir başka yoluydu bu ve aslında ne İsrail Ortadoğu’nun tek demokrasisiydi ne de İsrail bir demokrasiydi. Ortadoğu’da başka hangi ülkenin hiç olmazsa kağıt üzerinde demokrasi temelli bir sisteme sahip olduğunu bir kenara bırakalım; vatandaşlarının %25’ine sistematik olarak ve son yasayla ‘anayasal’ olarak ayrımcılık yapan bir devleti demokrasiyle birlikte anmak abesle iştigaldir. Evet, İsrail vatandaşlarının %75’i için bir demokrasi olabilir; aynı şekilde Güney Afrika da beyaz vatandaşları için bir demokrasiydi. Bir ülke olarak Güney Afrika demokrasiye Apartheid’i sonlandırmasıyla geçti.
İroniktir ki yasayı savunanlar, yasanın mevcut durumdan farklı bir düzlem önermediği tezini işliyor. Zaten İsrail, Araplara ‘Eretz İsrael’de (İsrail toprakları) self-determinasyon hakkı tanımıyordu, milli marş HaTikva’ydı, milli gün Yom HaAtsmaut’tu, İbranice resmi dildi vs. Burada bir tane ‘Allah söyletti’ kabilinden itiraf, bir tane de sorunun nirengi noktasını gizleme çabası var.
İtiraf İsrail’in zaten bir Apartheid rejimi olduğu yönünde. Yasanın yaptığı İsrail’in on yıllardır devam ettirdiği pratiğin kağıda dökülmesinden ibarettir. İsrail zaten sistematik olarak Arap vatandaşlarını marjinalize ediyor, demokratik haklarını sınırlandırıyor, bunun için duvar örme de dahil olmak üzere fiziki tedbirlere bile başvuruyor, Arapları vatandaşlıktan çıkarmak ve-ya ülke dışına kaçırmak için çağdışı uygulamalara başvuruyordu. Yasa self-determinasyon gibi kavramsal tartışmaların da eklenmesi suretiyle bu uygulamaları il-legal bir zemine döktü.
Sorunun nirengi noktası ise işgal gerçeğini gizleme çabasıdır. Ya da asıl sorunun işgal olduğunu anlayamayacak kadar işgali kanıksama ve içselleştirme durumudur. İsrail bu yasayla, işgal ettiği toprakların asıl sahiplerine kendi topraklarında siyasi (ve hatta fiziki) hayat hakkını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi yasada kullanılan ve İsrail’in sahiplik atfettiği ve içerisinde Yahudi olmayanlara yaşam hakkı tanımadığı ‘Eretz İsrael’ kavramı Doğu Kudüs de dahil olmak üzere işgal toprakları ve hatta ötesini içermektedir.
Bir daha söylüyoruz, işgal veya işgal yasaları Filistinlilerin vazgeçilmez haklarını ortadan kaldıramaz.