Küresel ve bölgesel aktörler “DEAŞ’la mücadele” tartışmalarını yapadursun, Türkiye Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı’nda DEAŞ’a karşı bir somut kazanım daha elde etti. DEAŞ’ın Suriye’nin kuzeyindeki son kalesi olan El-Bab, Türkiye destekli ÖSO bileşenleri tarafından ele geçirildi.
Operasyonun başından beri El-Bab’ın DEAŞ için önemi hep es geçildi. Oysa başından beri DEAŞ’ın El-Bab’da mümkün olduğunca direneceği belliydi. Şehirde DEAŞ’ın birkaç avantajından söz etmek mümkündü. Birincisi, Rakka’dan gelen ikmal yolunun açık olması. Dolayısıyla DEAŞ, geçtiğimiz üç küsur ay boyunca silah ve militan ikmali sorunu yaşamadı. İkincisi, DEAŞ’ın El-Bab ekibinde çok sayıda aslen El-Bablı militanın bulunmasıydı. Hem şehri tanıyorlardı, hem de yerel bağlantılarla motivasyonu ve örgüt içi birlikteliği koruyorlardı. Üçüncüsü, şehirde çok sayıda sivilin bulunması ve Türk ordusunun sivil kaybının önüne geçmek için azami dikkat göstermesiydi. DEAŞ sivilleri yavaşlatıcı bir kalkan olarak kullandı.
Şehrin DEAŞ için önemini göstermek için örgütün kilit isimlerinden El-Adnani’nin burada öldürüldüğünü hatırlatmak yeterli aslında. Bu kadar kilit bir ismi sıcak çatışma hattına gönderecek kadar önemliydi El-Bab. Bu sebepten yoğun çatışmalar sonrasında ancak stratejik noktaları kaybettikten sonra şehirden çekilmek zorunda kaldılar. Patolojik vakıa PKK’lılar ve Esed-İran’ın Türkiye’deki nüfuz ajanları DEAŞ’ın çekilmek zorunda kalmasından bile komplo teorileri üretmeye çalıştı. Oysa DEAŞ dâhil sahadaki aktörlerin taktiksel ve zorunlu çekilmeleri Suriye’de alelade bir gelişmedir. Rejim, İran’ın yabancı terörist savaşçıları ve PKK da bunu defalarca yaptı.
Aslında Türkiye El-Bab’la Kilis-Gaziantep hattına DEAŞ’a karşı sınır güvenliği için ihtiyaç duyulan derinliği kazandırdı. Bu anlayışla Rakka’nın Türkiye’nin sınır güvenliği için öncelikli nokta olmadığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan Fırat Kalkanı’nın amacına tam anlamıyla ulaşabilmesi için hedef seçilmesi gereken noktalar an itibarıyla PKK/YPG’nin kontrol ettiği noktalardır. Öncelikli olarak Azez-Mare hattının güvenliğinin sağlanması için Tel-Rıfat ve havalisinin, Cerablus çevresinin güvenliği için de Menbiç’in PKK’dan temizlenmesi lazım. Daha sonraki aşamada da Urfa-Mardin-Şırnak için Fırat’ın doğusunda ve Hatay-Kilis cebi için ise Afrin’de PKK’nın gücünün kırılması lazım. Topyekûn bir müdahale de şart değil; sınır hattımız boyunca sınırlı ve akıllı müdahaleler yapılabilir.
Elbet bu meşakkatli bir operasyon ve bu durumun komplikasyonları var. Rusya PKK alternatifini her zaman elinde tutacaktır. Esed, müttefiki PKK’nın sıkışmışlığından istifade edecektir. PKK çevreleri kara propagandalarını artıracaktır. ABD, müttefiki PKK/YPG’nin vurulmasından rahatsız olacaktır. Hürriyet’in “karargah rahatsız” başlıklı operasyon haberinin satır arası da bu olabilir. ABD’de bir kanat Türkiye’yi PKK’nın Suriye projesine razı etmeye çalışıyor. Baskı aracı olarak ellerindeki klasik “rahatsızlık” kartı dâhil tüm kozlarını oynuyorlar. PKK’nın en büyük endişesi, Rakka’ya yoğunlaşıp kuzeyden Türkiye’nin operasyonlarına maruz kalmak. Bu hiç de fena bir fikir değil aslında. ABD Rakka’da PKK’yı kullanmada ısrar ederse, Türkiye’nin güvenliği için bunun yaratacağı fırsatları ve PKK’nın zafiyetlerini iyi değerlendirmek gerekiyor.
Fırat Kalkanı’nın şimdiye kadarki kazanımları bir kez daha gösterdi ki Türkiye’nin güvenliği sınırlarımızın ötesinden başlıyor. Suriye toprakları tabii ki Suriyelilerindir. Fakat kaos ve boşluktan istifade o topraklardan gelen saldırılarda bir tane vatandaşımızın bile zarar görmemesi için pro-aktif önlemler almaya devam edilmeli.