Almanya’yla son yılların en derin krizlerinden birisini yaşıyoruz. Alman Dışişleri Bakanı Gabriel’in sert ve nezaketsiz açıklamaları ve bakanlığının absürt notası, ilişkilerin geldiği son durumu özetler cinsten. Bir süredir iki taraf arasında anlamlı diyalog kurulamıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun sıklıkla dile getirdiği Gabriel-Çavuşoğlu görüşmeleri, iki ülke arasındaki daha derin sorunun üstünü örtmeye yetmiyor. İlişkilerin iki ülke için de önemli olmasına rağmen, Almanya bilinçli bir şekilde Türkiye’yle ilişkileri zehirleyecek adımlar atıyor.
Patlak veren her krizde sorumluluğu Türkiye’nin üzerine atmayı alışkanlık haline getiren ülke içi ve dışı çevrelere kulak asmayın. Türkiye-Almanya arasındaki krizin müsebbibi, sahip olduğu siyasi-ekonomik-istihbari gücü başka ülkelere karşı dominasyon aracına dönüştüren Almanya’dır. Almanya bir süredir müzakere istemiyor, dominasyon ve nüfuz hayali kuruyor. Dinlemiyor, vaaz ediyor. Değerlendirmiyor, yargılıyor ve mahkum ediyor. Kendinden menkul bir ‘ahlaki üstünlükle’ ve ‘hakla’ Türkiye’nin iç işlerine doğrudan müdahale ediyor. Çözüm değil, dominasyon ve nüfuz peşinde. Bu sebepten Almanya’nın dominasyonuna çanak tutmadıkça Türkiye, ağzıyla kuş tutsa bile Almanya’yı tatmin etmeyecek.
Almanya büyük bir ülke. Ekonomik gücünün yanında AB’yi domine edecek ölçüde bir siyasi güce sahip. İkinci dünya savaşı öncesi yıllarından beri Avrupa’daki en baskın günlerini yaşıyor. Popüler kültürde adı pek anılmasa da Alman istihbaratı, sistemiyle ve yıllardır devam eden yatırımlarıyla hala güçlü ve operasyonel. Yıllardır Suriye’den Türkiye’ye, Mısır’dan Irak’a ve Filistin’e bölgemizdeki birçok ülkede operasyon çekiyor.
Almanya uzun süredir Türkiye’deki marjinal gruplar ve hatta terör örgütleriyle dirsek teması halinde. Basında da hatırı sayılır bir nüfuz alanı var. PKK’lı, DHKP-C’li, FETÖ’cüler dahil birçok terör örgütünün güvenli limanı Almanya. Türkiye’deki etnik-mezhebi fay hatlarında da güçlü bir Alman varlığı söz konusu. Bir gün işlerine yarar diye senelerdir bu gruplara ‘insan hakları’, ‘çoğulculuk’, ‘özgürlük’ kılıfıyla yatırım yapıyorlar. Tam da bu kullanış değerlerinden ötürü Türkiye’nin bu teröristleri iade taleplerini kategorik olarak ret edegeldiler. Senelerce Almanya’daki Türk vatandaşlara yönelik yapılan ırkçı saldırılarla Alman istihbaratı arasındaki bağlantı örtülmek istendi. 15 Temmuz sonrasında da FETÖ yaslanacağı omuzu Almanya’da buldu. Almanya’dan sadece sığınma taleplerine olumlu karşılık almadılar. Aynı zamanda Alman istihbaratı manipülatif raporlarla, Alman İç İşleri Bakanlığı ellerinde tuttukları Can Dündar gibi terör kara kutularıyla ve Türkiye üzerine kurdukları tüm diplomatik teamüllere aykırı baskılarla FETÖ’nün ve diğer terör örgütlerinin en büyük destekçisi oldu. Terör örgütleri Türkiye’ye uzun süredir Almanya’dan ‘sesleniyor.’
Yaklaşan seçimler sebebiyle Almanya’nın Türkiye ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan düşmanlığını araçsallaştırdığı bir gerçek ama seçim sonrası işlerin yoluna gireceğini düşünen varsa yanılıyor. Meşhur tabirle ‘resim daha büyük’. Almanya temelde Türkiye’den iki şey istiyor: Bir, Almanya’daki Türk vatandaşlarından elini tamamen çekmesini (bu Almanya’nın iç konsolidasyonu için önemli). İki, Almanya’nın bölgesel nüfuz politikalarına kayıtsız destek vermesini. (bu da içeriyi tahkim edecek dışardaki nüfuzu için önemli) Bu iki talebin karşılanması için Almanya, yüksek perdeden bir söylemle Türkiye’ye karşı elindeki aparatlarla baskı kurmaya devam edecek. Seçim sonrasında da…