Türkiye pazar günü tarihinin en kritik kararlarından birisini vermek üzere sandık başına gidecek. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin oylanacağı referandumda Türkiye, parlamenter sisteme tamam veya devam diyecek. Enteresan seyreden bir kampanya sürecinden sonra parti sloganları, afişler, şarkılar susacak; ittifak ettiği noktanın başımızın üstünde taç olması gereken Türk milleti konuşacak.
Enteresan bir kampanya süreci olduğu konusunda çoğunuz hemfikirdir. Küresel hayır cephesi kampanya boyunca hep Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında konuşup durdu. Küresel ve cephe kelimeleri size itici gelmesin, gerçekten de bir hayır cephesi ve bu cephenin bariz küresel uzantıları var.
Enteresanlık da burada başlıyor zaten. Batılı ülkelerin başını çektiği küresel hayır cephesi, aylardır takıntılı bir şekilde Cumhurbaşkanı’nı konuşuyor; açık açık hayır oyunun verilmesi çağrısında bulunuyor. Mesela 7 Haziran’da HDP oy isteyen The Economist şimdi de hayır oyu verilmesini vaz ediyor. FETÖ’nün gelini Elif Shafak Türk seçmenlere İngilizce neden hayır demeleri gerektiğini anlatıyor. Alman dergileri, gazeteleri hayır manşetleri atıyor. Hollanda’daki kepazelik ve daha fazlası…
Kampanya döneminin başından beri içerideki hayır cephesi ise kimlerin hayır dediğini bir türlü tartışma konusu yaptırmak istemiyor. Zira listede sakıncalı isim ve örgütler bulunuyor. Diğer bir ifadeyle sakıncalı isim ve örgütler “hayır” diyor. Bir “hayır diyenlere terörist diyemezsiniz” tezviratına sarılmışlar. Evet kampanyası da sabırla “Hayır diyenlere terörist demiyoruz; ama teröristlerin hepsi hayır diyor” temel mantığını anlatmaya çalışıyor.
Aksi yöndeki tüm iddialara rağmen, ben hayır diyenler arasında kimlerin yer aldığı eleştirisinin son derece meşru bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. Eli silahlı bir DHKP-CHP’li kahvehanede milleti “hayır” dememeleri için tehdit ediyor, PKK Kandil’den hayır lehine açıklama üzerine açıklama yapıyor, FETÖ hayır için tüm imkânlarını seferber etmiş durumda… Kusura bakmasınlar ama bu kadar terör örgütünün ve bu örgütlerin destekçisi ülkelerin Türkiye’nin faydasına bir kararda birleşmeleri mümkün değil. Çok fazla tüketilen ve hatta hor görülen bu nokta, bence başlı başına “evet” denilmesi için yeterli bir sebep.
Yine fazlasıyla hor görülen başka bir nokta da Türkiye’nin bir beka problemi olduğu iddiasıdır. Balık hafızalarımızla son 5-6 senede Türkiye’nin içerisinden geçtiği dikenli telli yolu hızlıca unutmuşa benziyoruz. Türkiye’ye, etrafındaki kırılmaların benzerlerini yaşatma provalarının son 5-6 senedir farklı yollarla denendiğini düşünmek dahi istemiyoruz. Gezi’den 15 Temmuz’a farklı metotlarla ülkenin rehin alınmak istendiğini kabul etmek istemiyoruz. Bu girişimlere karşı Türkiye’nin tepkisi, ülkenin bağışıklık sistemini ve kurumlarını güçlendirecek olan cumhurbaşkanlığı sistemiyle Türkiye’yi dönüştürmek olacak.
Milletin sağduyusu 16 Nisan’da Türkiye’ye yeni bir siyasi alan açmış olacak. Ve top, milletin verdiği yetkiyi uzun süredir ihtiyaç duyduğumuz dönüşümü bahanesiz bir şekilde gerçekleştirecek olan siyasilere geçecek. Daha önce de yazdığım gibi sistem insanla kaim ve her bir Türk, yapması gerekeni hakkıyla yaptığında evrende bir Türkiye düşmanı kahrından helak oluyor. Yeni bir insan seferberliğiyle Türkiye’nin yeniden inşası için aidiyeti bu topraklara ait olan herkesi sürece dâhil etmek, yüreğimizle olduğu kadar kalitemizle de dünyayla rekabet edecek insan kaynağını oluşturmak, yeni sistemin yani gerçekten Yeni Türkiye’nin en büyük borcudur.