Bilginin görsel yolla aktarımı, yüzyıllarca resimle yapıldı. Gidilip görülemeyen mekanlar, şahit olunamayan anlar, ressamların tuvaline aktarılıyor, tablolar, sanatsal bir çabadan öte iletişimsel bir anlam taşıyordu. Bu elbette, bir sanatçının gözünden, dolaylı ve aynı zamanda hayli emekli bir bilgi aktarım usulüydü.
Bugün sanat galerilerini, müzeleri süsleyen Ayvazovski, Melling, Schranz tabloları, o dönemlerde aslında bir yandan da iletişim unsuruydu. Çeşitli diplomatik görevlerle kralları tarafından gönderilen bir nevi raportörlerdi her biri. Gittikleri yerleri resme aktarıyor, bilgi taşıyorlardı. ‘Deniz resimlerinin şairi’ olarak adlandırılan Ayvazovski, Rus donanmasının resmi görevlisi olarak savaş gemilerini resmetmekle vazifeliydi mesela. Bu tür ressamlar bazan öylesine detaylara giriyorlardı ki, adeta kayıkçıların kürek şıpırtıları, martıların sesleri duyuluyordu. Elbette fotoğrafın icadına kadar. Fotoğraf ile, görselin tarihe tanıklığı başkalaştı.
Artık fotoğrafa meraklı zengin işadamları ve gezginler devredeydi. 1910 yılında oluşturduğu ‘Dünya Arşivleri’nin mimarı, fotoğrafçı A. Kahn, kaybolan şeylerin sağ kalan tanıkları olarak, 38 ülkede çekilmiş 72 bin fotoğraf ve 140 bin metre film bıraktı geriye. Şimdi her biri tarih yazımının kaynakları oldu.
Gerçi kimileri fotoğrafı, tarihin kaynağı olarak kabul etmiyor. L. Hine, ‘Fotoğraflar yalan söylemez ama yalancılar fotoğraf çekebilir’ diyerek fotoğrafın tarihe tanıklığına şüphe dahi düşürüyor.
Fakat her durumda fotoğraf, çekildiği zamanda tarihe mal olmuş bir an’ı temsil eder. Zamanın akıcılığına karşı an’ı sabitleyerek geleceğe bir şeyler söyler. Üstelik söylenmeyenler üzerine de düşünmeye sevk eder insanı.
Mesela, Vietnam Savaşı sırasında üç bini aşkın çocuğun savaş bölgesinden çıkarıldığı döneme ait, ‘operation babylift’ (bebek kaçırma operasyonu) fotoğrafı… Hepimizin zihninde Vietnam Savaşı’nın en net karelerindendir. Bilindiği üzere, Vietnam Savaşı sırasında, yetim kalan binlerce çocuk uçaklarla Amerika’ya, Avustralya’ya, Kanada ve Fransa’ya götürülmüştü. Uçak koltuklarına kutularla yerleştirilen çocukların fotoğrafı, kadraja girmeyenleri de düşündürecek türdeydi. Fotoğrafı kim çekmişti? Fotoğrafçı neleri dışarıda bırakmıştı? Çocuklar o uzun yolculuk sırasında nasıl beslenmişti? Nasıl susturulmuştu? Uçak, çocukları hangi kaderden bir diğerine taşımıştı?
İnsan, fotoğraf karesinden geçerek o uçağa bindiğinde soruların ardı arkası kesilmez. Daha geniş anlamıyla bu fotoğraf, tarih yazımına çok şey katmıştır. 30 yıl sonra Vietnam’a geri döndüğünü bildiğimiz operasyon çocuklarından bir kısmı için, o fotoğraf, geçmişlerinin belki de tek şahidi ve acı hatırasıydı.
Fakat asıl önemli olan o fotoğraf, Amerika’nın ihtiraslarının mı, yoksa çocuklara olan şefkatinin mi belgesiydi? Batı’nın bir fotoğraf karesi ya da etkin bir PR unsuru üzerinden günahlarını sildirme gayreti hepimizin malumu. Elbette, bu fotoğraf daha çok, savaşların en çok çocukları vurduğunun belgesidir ve Vietnam savaşının aktörlerini asla aklamaz.
Bugün her ne kadar fotoğraf, sıradan bir sosyal medya malzemesi haline gelse de, aslında insanlık eylemlerinin kanıtıdır ve tarih yazımında kaynak olarak kullanılabilir. Öyle ki bazen insan gözünden dahi kuvvetli bir belleğe sahiptir.