1
Hasan Abi her zamanki gibi bol havadisle geldi dükkana. Haberlerden biri polis Muhammed’e dairdi. Muhammed ölmüş. (Allah rahmet eylesin)
Hep öyle olmaz mı?
Böyle durumlarda rahmetliye dair bir çok şey hatırlanır. Bilmiyorum, biraz deliliği olduğu için mi özel harekatçı polis olmuştu Muhammed ya da özel harekatçı polisliğinin bir eseri miydi deliliği?..
Deli Muhammed derdik, kendisi de öyle vasıflardı kendisini. Ama bugün sizinle paylaşacağım anılar, deli Muhammed’e ait değil de, onun arkadaşı Deli İbrahim Ağa’ya ait… Muhammed, uzun süre Güneydoğu’da özel harekatçı polis olarak çalıştıktan sonra Çorum’un Bayat ilçesine emniyet müdürü olarak tayin olur. Kasabaya yerleşmesinden kısa bir süre sonra kasabalının pek sevmediği, koyun yetiştiren, çobanlığı bizzat kendisi yaptığı için çoğunlukla yabanda ve dağda yaşayan Deli İbrahim Ağa ile tanışır. Muhammed her fırsat bulduğunda dağa, İbrahim Ağa’nın yanına gider.
Yine böyle bir günde İbrahim Ağa polis Muhammed’e “Müdür Bey! Sende biraz üşütmüşlük var mı?” diye sorar damdan düşercesine, ama Ağa’ya yakışırcasına. Ağa’yı daha fazla konuşturmak için Muhammed; “Hayrola Ağa, nerden icap etti bu?” diye sorunca Ağa devam eder:
“Kendi kendine konuşuyorsun, birkaç kez şahit oldum, sen yürürken-gezerken kendi kendine konuşuyorsun.” Muhammed’in “Öyle mi? farkında değilim…” diye araya girmesine aldırmadan Ağa devam eder. “Ben seni anlıyorum Müdür Bey” diye devam eder. “Bir adamın aklı erer de gücü yetmez ise senin gibi böyle deli divane dağlarda dolaşır…” Muhammed Bayat’tan İstanbul’a geldikten sonra da İbrahim Ağa ile irtibatını kesmez. Ağa bir gün İstanbul’a geldiğinde Muhammed onu Dolmabahçe Sarayı’nı gezmeye götürür.
Giderler, ama çabucak geri dönerler.
Dostları “Koskoca Saray’ı ne çabuk dolaştınız da geldiniz?” diye sorunca; Muhammed; “Ağa Saray’ı gezmek istemedi. Saray’a girdiğimiz andan itibaren ‘çıkalım Müdür’ diye ısrar etmeye başladı. ‘Neden?’ diye sorduğumda; ‘ben yanlış bellemişim Müdür Bey… Ben zannediyordum ki; Selanik’ten bir adam geldi Osmanlı hanedanına son verdi, öyle değilmiş Müdür Bey. Böylesine bir lüks içinde yaşayan bir yönetim zaten yürüyemezdi, Osmanlı’yı Osmanlı bitirmiş’ diyerek beni neredeyse sürükleyerek Saray’dan çıkardı.”
***
Bir önceki yazının sonunda;
1933 Üniversite Reformu ile Dar-ül Fünun’un kapatılması, İstanbul Üniversitesi’nin kurulması ve kurucu hocaların kahir ekseriyetinin Alman menşeli Yahudilerden oluştuğunu hatırlatmıştık.
O hatırlatmaya bir iki cümle daha ilave edersek;
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk üniversitesi İstanbul Üniversitesi’nin kurucu unsurları olan Alman asıllı Yahudi hocalar normal akademisyenlerden oluşmuyordu. Onların neredeyse tamamı ‘kovulmuş Yahudiler’di. Cumhuriyet Türkiye’sinde ilk üniversite eğitimi gören bütün gençler bu kovulmuş Yahudilerin tedrisinden geçti, elinde yoğruldu.
Sonraki kuşakta onların asistanları tarafından yetiştirildi. O günkü şartlarda asistan seçiminin doğrudan hocanın inisiyatifinde olduğunu düşünürsek…
Alman menşeli, kovulmuş Yahudi hocaların seçtiği asistanlar, yani İstanbul Üniversitesi’nin ikinci kuşak hocaları, Yahudi hocaların en beğendiği, en takdir ettiği, en uygun gördüğü kişilerdi kuşkusuz.
Bilmem, başka söze gerek var mı? Bu vadide.
***
Başkalarının yardımıyla eli kalem tutan biri, kalemi kılıç olduğu anlarda kılıcını eline kalem tutuşturan velinimetlerine karşı kullanmaktan imtina etmeyen birisi, geçenlerde bir yazı yazmış. Kendince, gündeme, insana ve lidere dair analizlerde bulunmuş, insanın ham, hoyrat ve nankör taraflarına dokunarak. Bu birisi, söz konusu tahlillerini üçüncü şahıslar üzerinde yapmış ama yazdıklarının tamamı kendisinde mücessem olan şeyler.
Tevekkeli bu kadar teferruatlı anlatımda bulunmamış. En iyi bildiği, hatta icra ettiği şeyleri yazmış çünkü. (Okuyucuların büyük bir çoğunluğunun buradan bir çıkarımda bulunamayacağının farkındayım, belki birkaç kişi… ben de o birkaç kişi için yazdım zaten, kayıt düşmek adına)
HHH
Bir önceki yazımızın ana unsuru ‘sosyal medya’ idi hatırlarsanız.
Ona dair de bir iki cümle ilave edersek…
İsmail Kılıçarslan, Dücane Cündioğlu’nun Rize’de, Atatürk heykelinin yer değiştirmesi nedeniyle attığı tweet üzerine konuşurken dedi ki; “Düşünürlerin sosyal medyada yer almalarını, Ronaldo kabiliyetinde bir futbolcunun, kimi takıntıları ve korkuları nedeniyle mahalle takımında top oynamasına benzetiyorum.”
***
Geçen yazımızda bir özensizlik sonucu dostum ve hocam Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun adı yanlış yazılmıştır. Düzeltir ve özür dilerim.