İkinci Savaş sonrası Türkiye’si, Soğuk Savaş’ın adamlarının her yerde cirit attığı bir ülkedir. Önceki gün eski istihbaratçı Enver Altaylı’nın ( önce MİT’ten emekli denilip sonra CIA’nin Ortadoğu Merkezi şefi Ruzi Nazar’ın adamı olduğu söylendi!) gözaltına alınıp, sonra FETÖ kapsamında tutuklanmasıyla ilgili haberden başlayıp, bir dönemi ele alarak, Soğuk Savaş’ın adamları kimlerdir, sorusunu cevaplandırmak gerektiğini belirtmiştim.
“Stalin’in Türkiye’ye yönelttiği tehdit Kars’ın, Ardahan’ın yanı sıra boğazları da talep etmesiyle başlayan süreç, zaten Batılılaşma idealiyle yaşayan, Batılılaşmayı da ‘kendi halkının tarihsel kültürel kimliğini’ değiştirme operasyonu olarak yürürlüğe koyan bir anlayıştaki yönetim yapısının kolayca Batı’ya daha da ‘açılmasına’ sebep olmuştur. Batı ittifakı içinde yer almak, NATO’ya üye olmak diğer, kurumsal ilişkilere katılmak kaçınılmaz bir şekilde Batı sisteminin ülkenin can damarlarına kadar sirayet etmesini kolaylaştırmıştır. Koskoca Sovyetler Birliği’nin sınır komşusu olan Türkiye’nin Batı için önemi, ileri bir karakol olması, savunma hattı teşkil etmesiyle sınırlı mıdır?”
Batı ile işbirliği
Batı ittifakı içinde yer alan Türkiye’nin, müttefiklerinden her zaman anlayış gördüğünü söylemek o zamanlar için dahi mümkün değildir fakat Sovyet tehdidi bu konuların yani müttefiklerden gelen ülkenin iç işleri dâhil her şeyine karışma gibi, her kurumuna müdahale etme, sızma gibi hususların tartışılmasının önüne geçmiştir. Mesele öyle bir hal almıştır ki ülkenin bütün kurumları Batılı servisler tarafından yönlendirilen, düzenlemelerin yapıldığı yerler halini almıştır.
“Soğuk Savaş’ın adamları her yerde vardır ve boş durmamaktadırlar. Bu adamların yerleştirildiği sendikalar, dernekler gazeteler, odalar gibi sivil görünümlü yapılar olduğu kadar, devlet kurumları içinde özel bürolarda çalışmalar yapılmaktadır. Bütün bunlara ‘müttefikler arası işbirliğinin, dayanışmasının örnekleri’ olarak bakılırsa sorun yoktur fakat ülkenin istihbarat teşkilatının CIA tarafından örgütlenip, hatta birçok biriminin parasının dahi onlar tarafından sağlandığı söylenince, işin nereye gideceğini tahmin etmeye çalışmak dahi lüzumsuz hale gelmektedir.”
Batı sistemi Türkiye’nin her kurumundan adam devşirmekle kalmamış, doğrudan ülkeyi kontrol altında tutacak, hatta denetimden çıkma ihtimallerinin önünü kesecek bir örgütlenmeyi de gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan adamlarını bütün partilerde istedikleri zaman harekete geçirecek etkili yerlere yerleştirmişler, hatta kendileri ‘sol-sağ’ örgütler ihdas ederek üniversitelerden fabrikalara, sokaklara uzanan bir yapılanmaya gitmişlerdir.
Durum vahim
“Mesela 1970’li yıllarda öylesine garip ‘sol-sosyalist’ ya da ‘devrimci’ adını kullanan örgütler yerden mantar biter gibi ortaya çıkmıştır ki şaşırmamak elde değildir! Bunların hepsinin ortak özelliği bir iç savaş zemini hazırlayacak şiddet eylemleri yapan militer karakterli yapılanmalar olmasıdır. Sonradan, bunların neredeyse hiçbirinin Sovyetler’le bir bağlantısı olmadığı ortaya çıkmış, hatta gizli TKP’nin veya onun çizgisinde faaliyet gösteren örgütlerin yönetiminde yer alanlardan bazılarının Türkiye’den kaçıp Rusya’ya sığınan, aslında aynı servislerin elemanları olduğu ortaya çıkmıştır. Bu adamlar Sovyetlerin çöküşünden sonra gelip, neo-liberal çizgide siyaset yapmışlar, sivil toplumcu olmuşlardır!”
Peki, sağda durum nedir? Dönemin MAH/MİT/CIA/GLADYO çizgisinin örgütlenmesinde etkili olduğu yerlerden biri komünizmle mücadele dernekleridir. FETÖ yapılanmasının nüvelerinden, ‘Şeriatçı’ ya da ‘Irkçı’ görünümlü kimselere kadar birçok elemanların buralarda toplanıldığını görmek mümkündür. Bunlar arasında, elbette ülkenin Sovyet tehdidinden dolayı endişe duyarak bu faaliyetlere katılan ‘vatansever’ insanlar bulunduğu gibi, ‘sol’ görünümlü yapılarda da ‘sol fikirlere’ veya ‘sloganlara’ sempati duyan insanların bulunduğunu söylemeye dahi gerek yoktur. Peki diğer ‘sağ’ parti veya teşkilatlanmalarda durum nedir?