Türkiye geçmişte dışarıdan yönetilir içeride idare edilirdi. Zayıf, kırılgan hükümetlerle ürkek ve sınırlı icraatlarla yetinilirdi. Günü yaşayıp geleceği düşünmeyen ufuksuzluk hakimdi ve sağa sola savrulmaya müsait bir zeminde her an başkalarının çıkarına operasyona açık durumdaydı.
Dışarının içerdeki devşirilmiş uzantıları hemen her alanda etkindi. Onlar, dışarıdan yönetilen ülkenin içerdeki zavallı idarecileriydiler. Ahtapotun kolları, küresel baronların kuklalarıydılar. Sadece durumu idari edebilmenin sınırlılığı içinde ülkenin cevherlerinin işlenememesi, açığa çıkmaması için baskılayıcı, köreltici hamleler peşindeydiler.
Yerli ve milli olanla kavgalıydılar, bu toprakların bereketine, inancına ve kültürüne yabancıydılar. Özgüveni kırmak, tarihle bağı koparmak, güvensizliği ve çaresizliği yerleştirmeye çalıştılar. Bunun için kurumları ele geçirdiler, karanlık ilişkileri egemen kıldılar. Devlet – millet bağının oluşmaması için devleti kendi milletine uzak, yabancılaşmış, başkalarının uydusu durumuna düşürülmüş bir baskı aracına dönüştürdüler. Vesayet altında bir düzeneği yerleşik kılmak için her yolu denediler.
Borsa-döviz-faiz üçgeninde piyasa araçlarıyla siyasete ayar vermeye, hükümet kurmaya hükümet devirmeye müsait bir yapı kurdular. IMF eliyle küresel baronlar, tesis ettikleri vesayet rejimini koruyup kollama görevini içerdeki devşirdikleri kimliklerle sürdürdüler. Ülkede en önemli siyasi kararların ancak piyasalar kapandıktan sonra açıklanabilir hale getirdiler. IMF vesayeti eliyle siyaseti, küresel baronların çıkarlarının doğrultusunda denetlenen bir konuma soktular. Borç sarmalıyla terbiye edilen, teknoloji bağımlısı yapılan, sadece pazar olarak kullanılan, kendi medeniyet havzasından uzak tutulan, kontrol edilebilen bir ülke haline getirdiler.
Dünyayı sadece Batı’dan ibaret sayarak, Doğu’yu, Asya’yı, Afrika’yı, İslam dünyasını yok saydılar. Tarih, kültür ve medeniyet sınırlarımızı perdelediler. Genç nesillerle geçmişin tarihi birikiminin bağını koparttılar. Kendi inancına, toprağına, dağına, taşına, kurduna, kuşuna, kültürüne yabancılaşmış bir neslin bünyesinde başkalarının mikrofonu olmaya hazır bir kuşağın oluşmasını arzuladılar.
Ülkeyi soldukça suladılar, yükseldikçe budadılar. Hiçbir zaman yükselişine imkan vermediler. Balkanlar’dan, Kafkaslar’a, Karadeniz’den Akdeniz’e Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan geniş coğrafi alanda Türkiye’nin izlerini, gönül köprülerini tarihi birikimlerini köreltmenin her yolunu denediler. Ülkeyi içeriye kapamanın planlarını yaptılar.
Güvenlik sınırlarını ulusal sınırlarıyla sınırlamanın çabasına giriştiler. Bosna’dan, Musul’a, Bağdat’tan, Halep’e Kırım’dan Filistin’e Türkiye’nin tarihi dalga kıranlarının, Türkiye aleyhine etkisizleştirilmelerine, yıkılmalarına göz yumdular.
Hemen her alanda dışa bağımlı bir ülke olmaktan kurtulamayan ve bu durumu değiştirilemez bir kadere dönüştürülerek, çaresizliği yerleştirmeye kalktılar.
Ama bu durumu daha fazla sürdürmeyi başaramadılar. Oyunları bozuldu. Maskeleri düştü. Bu yüzden de çılgına döndüler.
Son 15 yılda alınan mesafenin kurumsallaşma çabasının durdurabilmenin arayışındalar. Güçlü liderlik ve güçlü yeni yönetim modeliyle 2017’den 2071 e uzanan stratejik hedefler koyabilmesinin ve bu hedeflere erişimde ülkenin inancının, direncinin ve kararlılığının zedelenmesinin gayretindeler.
Son kozlarını oynamanın, son çabaya girişmenin peşindeler. Yükselişi budamanın, uyanışı durdurmanın, Türkiye’nin Türkiye’den yönetilmesinin engellemenin çabasındalar.
Yine başaramayacaklar. Türkiye elde ettiği kazanımların kurumsallaşmasının, yeni yönetim modeliyle iç bütünleşmesini tıpkı balıkçı ağı gibi, güçlü ve eksiksiz örerek, geleceğe başı dik ve onurla yürüyecek, tüm mazlumların, tüm kimsesizlerin kimsesi olacaktır. Tarih geleceğin aynasıdır ve tarih bunun şahididir.
Ve bizim tarihimiz aynı zamanda umudun tarihidir…