Yirminci yüzyıl Avrupa edebiyatının en parlak ve tartışmalı eserlerinden birini Günter Grass yazdı. ‘Teneke Trampet’ adlı roman, üç yaşına geldiğinde kendi isteğiyle büyüme sürecini durduran Polonyalı bir çocuğun gözünden 1930-50 döneminin siyasi ve sosyal çalkantısını anlatır. Oskar adlı kahramanımızın iddiasına göre olağanüstü sezgisel güce sahip olan kişilerin ruhsal gelişimi doğum anında mükemmele erişebilir ve kendisi de bu nadir kişilerden biridir. Grass bir yandan Avrupa’da yaşanmakta olanların ışığında bir çocuğun büyümek istememesini bizim için anlaşılır kılar. Ama bu değerlendirmenin fazla yüzeysel kalabileceğini de bize her fırsatta Oskar’ın karakteri üzerinden gösterir. Çünkü Oskar kötücül yönleri epeyce fazla olan, erdemliliği hem yüceltebilen hem de araçsallaştırabilen biridir. Nitekim Normandiya çıkarmasından sonra kendisini Danzig’de bir sokak ve suç çetesinin başında görürüz…
Roman Oskar otuzlu yaşlarına geldiğinde ve bir tımarhanede iken kendi ağzından anlatılır. Grass hikayenin içine iki sembolik eylem yerleştirmiştir ve bunlar Oskar’ın hayatla ve kendisiyle olan ilişkisini resmeder. Biri kitaba adını veren teneke trampettir. Üç yaşındayken doğum günü hediyesi olarak verilen bu oyuncağa Oskar garip bir bağlılık duyar. Onu elinde tutmak için her türlü vahşete hazırdır… İkinci sembol Oskar’ın insani maharetin ötesine taşan frekansta çığlık atma yeteneğidir. Çığlık çevredeki tüm camları kırar ve Oskar’ın elinde ölümcül bir silaha dönüşür…
Grass bir dönemin Avrupa’sını anlatırken, kötülüğün sıradanlaştığı bir dünyada kişinin nasıl bu çevreye uyumlu bir insanlık hali geliştirdiğini resmetmişti. Eğer meseleyi genişletirsek böyle ortamlara en kolay uyumun çocuk kalarak becerilebildiğini söyleyebiliriz. Ayrıca bilinçli çocukluğun iradi bir strateji olduğunu ve ahlaki olmayan bir düzenden azami yararlanmanın yolunu çizdiğini de öne sürebiliriz.
Dönüp kendimize bakarsak bizlerin de genelde sanki büyüme ve olgunlaşma sürecinde belirli bir noktada tıkanıp kalmış, üstelik bu halimizden memnun olduğumuzu söylemek mümkün. Belki üç yaşında değil, ama haklılık duygusunu azami noktada yaşamayı sağlayan ergenlik döneminde büyümeyi durdurmuş gibiyiz. Karşımızda ‘güçlülerin’ olmasından hoşlanıyoruz. Uzun bir geçmişe yayılan mağduriyetlere sarılıyoruz. Kendimizi ideolojik olarak sürekli tahkim etmek, klişeleşmiş yargı cümleleriyle akıl yürütmek ihtiyacı duyuyoruz. İslami kesim kadim kötü niyetli, nifak sokucu Batıdan medet umuyor. Kürtler ve Ermeniler yine kadim kötü niyetli bir Türk yönetim mantığının varlığına yaslanıyor. Hizmet hareketi ve laik kesim bu hükümetin genlerinde gizlenmiş olduğuna inandığı aynı olumsuzlukları tekrarlayarak avunuyor.
Belki de hepimiz Oskar’a öykünüyoruz. Çünkü Oskar olmanın dayanılmaz bir cazibesi var: Sorumluluğu sırtımızdan alıp bir başkasına yüklüyor. Böylece çocuk kalmak, çocuk olmak daha da meşrulaşıyor. Bizler de teneke trampetlerimizi (örneğin sosyal medyada) çılgınca çalıp, çığlıklarımızla (örneğin sokak eylemleriyle) camları indirip, kendi bedenimizi silah kılıyoruz. Sonunda yaşanan zararı ise ‘tabii ki’ üstlenmiyoruz. Asıl suçlu karşı taraf oluyor hep… Buna inanmış durumdayız ama ne olur ne olmaz diye sloganlaştırdığımız yargılarımızı da hazırda tutuyoruz. ‘Öylesine mağduruz’ ki, ontolojik niteliklerimizi artık ‘bize yapılanlardan’ bağımsız olarak ele almanın ne mümkün ne de ahlaki olduğunu varsayıyoruz. Oysa ahlak sorumlulukla birlikte anlamlı olan bir kavram… Kendisini sorumsuz kılan, başkasının eylemleri karşısında nesnel olmayı savunurken, iş kendi eylemine geldiğine nesnellikten kaçan bir tutumun ahlaki zemini sakat olmaya mahkum… Bir yandan kendi ve başkalarının kaderi üzerinde yetkili ve sorumluluk sahibi olma isteği, öte yandan her yanlışta sorumluluktan kaçış eğilimi aslında ergenliğin ikilemi.
Böyle bakıldığında örneğin Ermeniler artık ne yapsa doğrudur, çünkü soykırıma uğramışlardır… İslami kesimin her türlü tepkisi meşrudur, çünkü Batı tarafından manipüle edilmişlerdir… Hizmet hareketinin darbe girişimi unutulabilir, çünkü hükümet bu cemaati yok etmek istemektedir… Ve Kürt siyasi hareketinin kırka yakın kişinin ölümüne neden olan eylemi de masumdur, çünkü hükümet Kürtlerin bağımsız devlet kurma arzusunu desteklememektedir…
Oskar olmak, Oskar kalmak avantajlı bir konum. Hiç büyümez, olgunlaşmazsınız… İstediğiniz an çocukluğa sığınır, trampetinizi çalar, çığlığınızı atar, sorumluluğu ötekine yıkar, temiz kalır ve haklı olduğunuzdan emin bir halde korunmuş zihinsel ‘mağaranıza’ dönersiniz.