Kosova’ya ilk golü atana kadar zorlanacağımız bir maçtı. Erken de attık. Neşe içinde oynayıp futbol sahasını Hyde Park'a çevirmek varken; yediğimiz golle ne zaman aktif olacağı belirsiz Vezüv Yanardağı eteğinin engebeli arazisine döndürdük.
Tıpkı bu maç öncesinde beklenmedik krizle sarsıldığımız gibi. Kabul edelim şu sıralar kesinlikle Avrupa’nın en sürprizli milli takımıyız.
Rakibin 1,92'lik stoperi ile Selçuk İnan'ın eşleşmesi maçın taktik toplantısının ürünü olamaz! Bu da sürprizdi mesela. Golü de bu hatalı eşleşmenin sonucunda yedik.
Grubun en az atmış, en çok yemiş takımından, maç kazanmaktan fazla attığı gollere sevinen Kosova milli takımından kiminle eşleşirsen eşleş gol yememen gerekir diye düşünenler vardır. Haksız da sayılmazlar.
1980’lerde onlu yaşlarımda rahmetli babamın arkadaşlarıyla konuşurken kulak misafiri olduğum "Yan top hastalığı"; ben büyüdüm, baba oldum, bırakın geçmeyi daha da kronikleşti. Tedaviye yanıt vermez oldu.
Elbette bu gole erken yanıt vermemiz şaşırtıcı değildi. Loro Borici Stadyumu'nun kale arkası tribünleri kadar ilginç olan, sahanın en kısa iki futbolcusu ile iki kafa golü bulmuş olmamızdı. FIFA'nın resmi sitesinde maçı canlı anlatan görevli de şaşırmış olacak, buna dikkat çekiyordu golü anlatırken.
Sonuç olarak yan yana dizdiğinizde uyumsuz görünen on birimiz, sahada çok da sorunlu görünmedi! Burak Yılmaz tipik gollerinden birini atarak son yarım saati, iftar sonrası çay keyfine getirdi. Biz de grupta kalan maçların hayalini kurma fırsatını bulduk.
Fatih Terim'in milli takımımızı 2016 Avrupa Şampiyonası'na mucizevi şekilde taşıdığını düşünürseniz; zora soktuğumuz grupta Eylül ayında Ukrayna deplasmanında kazanırsak 2018 Dünya Kupası'na katılmamız o güne oranla mucize görünmüyor.
Görünen şu ki grupta ayağa kalktık.
Elbette bir krizle daha kendimizi imha etmezsek!