Kanal İstanbul'a ilgili ilgisiz yerlerden tepkiler gelmesine alışıyorduk.
2013'te 'Gezi Parkı ağaçları'nı savunduğu 'öne sürülen' eylemlerin geldiği noktayı ve o eylemlerin üzerine 'platform' sıfatıyla oturan bir ekibin "Kanal İstanbul, 3. köprü ve yeni havalimanı yapılmasın, AKM yıkılmasın" taleplerini unutuyorduk.
Zira AKM, bugün dünyanın önde gelen opera salonlarından biri haline geldi, yakında açılacak.
Yeni İstanbul Havalimanı iki yıldır dünyanın en iyi havalimanları arasında yer aldı.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü İstanbul'un TIR ve otobüs yükünü aldı, çevre yolları ücretli olmasına rağmen vızır vızır işliyor.
Bu projelerin sanatı, kültürü, havayı, suyu, kuşları, böcekleri, terliksi hayvanları olumsuz etkileyeceğine dair 'bilimsel' uyarılar ve duyarlılık eylemleri yapanlardan ise 'haklı çıktıklarına' dair bir çalışma görülmedi!
Geriye Kanal İstanbul kaldı.
AKM'nin yenilenmesine karşı kendini 'muhalif siyasetin kullanımına sunan' bir grup 'sanat camiası', kendini tüketti.
Köprü, havalimanına karşı kendini muhalif siyasetin kullanımına sunan bir grup 'bilim insanı' da öyle...
Bu iki grup Kanal İstanbul'a karşı 'bir ihtimal' kullanıma sokulduysa da kimse umursamadı, depoya kaldırıldı.
Ve Kanal İstanbul muhalefeti son bir-iki yıldır 'Montrö' tartışması ile gündeme getirilmeye başlandı.
Böylece henüz tüketilmemiş olan bir 'etki grubu' olarak 'emekli diplomatlar' devreye girdi.
Geçen yıl 31 Ocak 2020'de, 126 emekli diplomat, önce Kanal İstanbul'a kendi tanımlamasını yaptı, bu tanımlama üzerinden varsayımlar, varsayımlar üzerinden sonuçlar üretti; nihayet sonuçlar üzerinden kaygılar duydu!
Tabii metinde 'Atatürk' ismini de geçirerek:
CHP'nin, basılmış başkonsoloslar ve ABD'den demokrasi dilenen emekli büyükelçilerin 'liyakatine' emanet ettiği 'dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcılığı' gibi 'makamlar' bu bildiriye tam destek verdi.
Emekli diplomatlar, CHP yanlısı gazetelerde, köşelerde, televizyonlarda bir süre boy gösterdiler.
Sonra farklı siyasal çevrelerden aklı başında birçok isim, "Türkiye'nin iç deniz yolu açmasının Montrö ile alakası yoktur, saçmalamayın" deyince, konu kapandı.
Barutlarını Kanal İstanbul'da ıslatan emekli diplomatlar, ekranlardan çekildi, domates bahçelerine döndüler...
Ama memleketin 'kullanışlısı' bitmedi.
Bunu 103 emekli amiralin bildirisiyle anladık.
Kanal İstanbul ve Montrö tartışmasından endişe, bir amiralin sarıkla namaz kılmasıyla TSK ve Deniz Kuvvetleri'nin Atatürk'ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaştırdığından kaygılanmışlar!
Zamanında FETÖ kumpaslarından çok çekmişler!
Kanal İstanbul, Montrö, sarık, namaz, Atatürk, FETÖ...
Hepsi tamam...
Bildiriyi 'gece yarısı' yaptılar.
Daha önce 'kullanılmamış' bir medya organı üzerinden duyurdular.
Duyuruda "Montrö ve Atatürk bildirisi" başlığı kullanıldı.
Ünlü fıkradaki gibi tek 'kraliçe' eksik!
Bu bildiri 'sinyal etkisi' yaratma amaçlıdır.
"Emekliler mi darbe yapacak" savunması manalı değildir.
28 Şubat'ta bu sinyalciliği 'darbeye sivil görünüm vermek için' kimi rektörler ve medya organları üstlenmişti.*
Sinyal etkisine bir örnek de, FETO'nun MİT TIR'ları kumpası için Cumhuriyet gazetesini kullanmasıdır.**
Bütün sinyal kaygılı girişimlerin Atatürk adını ısrarla ve 'aşırı sıklıkla' kullanmaları en bilinen belirtileridir.
Peki...
Kanal İstanbul'un Montrö ile ilişkisi olmadığı, TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un Montrö'den çekilmeyi kast edecek bir şey söylemediği ortaya çıktığı halde bu emekli amiraller barutlarını neden ıslattılar?
TSK'nın bütün birimleri gibi Deniz Kuvvetleri'nde de FETO ayıklaması 'hâlâ' devam ederken;
Türk donanması MİLGEM projesi ve yerli denizaltı projeleriyle dışa bağımlılıktan kurtarılırken;
Yerli SİHA'lar yerli savaş gemisi TGC Anadolu'ya inip kalkacak şekilde geliştirilirken;
ABD'ye bağımlı Hava Kuvvetleri, S-300'le güçlendirilip, yerli savaş uçağı projesi 'F-35 kriziyle' hızlandırılırken;
Türk ordusu, terörle mücadeleyi sınır ötesinde, 'tek başına' ve 'müttefiklerinin ambargolarına rağmen' başarırken;
'Mavi Vatan' konsepti, hava ve uzay sahasına kadar genişletilirken;
Bu bildiri kime ve neye hizmet ediyor olabilir?
Son 8 yılda, TSK'ya 'yaptırım' uygulayan müttefiklere karşı tek sözü olmayan, yaptırımlara rağmen kendi çıkarlarını koruyan Türkiye Cumhuriyeti'ne 'iç destek' bildirisi yayınlamayı düşünmeyen 103 emekli amiral, 136 emekli diplomat neyin peşindedir sizce?
Yazıyı bitirirken, kendilerine 'deniz aslanları' adını veren bir grubun içinde bolca Atatürk adı geçen bildiri yayınladıklarını da gördüm.
Sadece benim mi 'örümcek hislerim' alarm veriyor?
Türkiye, "S-400'leri topraklarınızda bile tutmayın" diyen bir ABD ile mücadele içindeyken bunlar oluyor.
Türkiye ABD'ye, "terör örgütü FETÖ ve YPG ile iş tutmanızı da konuşalım" diye direttiği için 'başkanlar görüşmesi'nin gerçekleşmediği günlerde bunlar oluyor.
Türkiye'de nasıl bir 'sinyalizasyon sistemi' kurulmuş olduğunu görmek açısından da son derece verimli günlerden geçiyoruz.
H 'Sivil' sinyalcilerle aynı zamanda Başbakan'a hakaret eden, iktidara ayar veren askerlerin ortaya çıkması ve tankların sokağa indirilmesi sinyal karışıklığına neden olmuş, "Ordu da bir sivil toplum kuruluşudur" diyenler bile çıkmıştır!
HH FETÖ, MİT TIR'ları kumpas haberini daha önce iki gazetede yayınlattı, ancak etkili olmadı. Bunun üzerine 'anti emperyalist, FETO karşıtı' algısı nedeniyle Cumhuriyet gazetesi seçildi. Hem kumpası 'layıkıyla' yapması hem de kişisel etkisini katması için yayın yönetmenliğine Can Dündar getirildi. Cumhuriyet, "Can Dündar'ın trol gazeteciliğinden kurtulduk" özeleştirisini 2 yıl sonra imzasız da olsa yaptı. Ancak MİT TIR'ları haberinde nasıl 'trollendiği'nden söz etmedi.
Ayrıca şehit savcı Selim Kiraz'ı katledenleri 'bu eylemi yapmaya mecbur bırakıldık' başlığıyla mazur gösteren manşetinin özeleştirisini yapmadı.