Ne yapıp edip Amerika’nın gözüne girmeliyiz, yoksa Amerikan kırması medya horozları zamanlı zamansız ötmekten helak olacaklar...
Son bir buçuk yıldır başta Amerika olmak üzere, bazı Avrupa ülkelerinde sayıları 10’u geçmeyen gazetelerdeki istihbarat görevlisi gibi çalışan kalemler, Türkiye’deki Neocon çavuşları, paralelci, solcu gazeteci ve yazarlardan oluşan bir ekip adeta hezeyan halinde Türkiye’ye saldırıyor.
Bu tapon Amerikan malı gazeteciler Türkiye’de işlerin ne kadar kötüye gittiğini, Tayyip Erdoğan’ın “demokrasi-otokrasi” düzleminde bir sistem oluşturduğunu, AK Parti’nin yasakçı ve baskıcı bir rejimi temsil ettiğini anlatabilmek için kelimenin tam anlamıyla bir yalan rüzgârı estiriyorlar.
Bu Amerikan kırması arkadaşlar neredeyse hemen her gün New York Times ve Washington Post’un üfürdüğü yalanları köşelerine alıp “Bak gördünüz mü Amerika Erdoğan’ı çizdi, Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler ‘makul şüphe’ altında” benzeri ifadelerle pis bir Amerikan yalakalığını gazetecilik diye satmaya çalışıyorlar.
Üstelik de bu yalanların Türkiye toplumunda bir karşılığının olmadığını, son on iki yılda yapılan 9 seçimde milletin bu palavraları yerle bir ettiğini bile bile yapıyorlar. Kendi zekâlarına bile hakaret niteliği taşıyan böylesi pespaye yalanlara muhtaç duruma düştüklerine göre gerçekten iflah olmaz bir çaresizlik içindeler.
New York Times ve Washington Post’un istihbarat görevlisi gibi çalışan kalemlerini anlamak mümkün. Saygın gazetecilik palavrası altında, Atatürk Orman Çiftliği içindeki yeni cumhurbaşkanlığı sarayını Tayyip Erdoğan’ın malikânesi gibi sürmanşetten vererek algı oluşturmaya çalışan New York Times da çok iyi biliyor ki, başkanlık kompleksi Beyaz Saray’dan ibaret değildir. Bu kompleks 60 bin metrekare arazi içinde yer almaktadır ve 4 bin kadar çalışanı bulunmaktadır.
Herhalde bu kalemler ahmaklık olsun diye böyle bir algı operasyonu yapmıyorlar. New York Times’in editörleri de bu yaptıklarının gazetecilik faaliyetinden çok, Türkiye’nin itibarını zedelemeye dönük derin bir istihbarat analizi olduğunu anlayabilecek kadar bir zekâya pekâlâ sahiptirler.
Amerikan kırması kalemlerin pek anlayabileceği bir durum değil ama Washington’dan bakınca; Türkiye’de Amerika’nın canını sıkan işler oluyor. Kendi politikalarını kendisi belirleyen, uzaktan kumandayla güdülemeyen Ankara, Amerika’da birilerinin nasırlarına hiç de iyi gelmiyor.
Eğer Ankara, Washington’ın her dediğine temenna çekseydi, Suriye’de katliamlara sessiz kalsaydı, Mısır’da darbeyi alkışlasaydı, tıpkı Oslo benzeri bir formülle çözüm sürecine Washington’ı dâhil etseydi, ne New York Times’in uydurduğu saray menkıbeleri ne de diktatör masalları olacaktı.
Nitekim Amerika ile cilveleşen Kandil baronu Cemil Bayık’ın açıklamaları adeta Washington’ın gizli niyetini ifşa eder nitelikte: “Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir gidiş var.”
Muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sınırlarımızdaki oyun bir üst aklın ürünü” derken tam da bu Ali-Cengiz oyununa dikkat çekiyordu.
Amerikan kırması medya horozlarının neden vakitli vakitsiz öttüğünü anladınız mı? Hiçbir zaman kendi ülkeleriyle ilgili bir hassasiyetleri olmayan bu Amerikan kapaması kalemler, Türkiye’ye kurulan derin tuzakları anlayabilecek bir zekâ düzeyine de sahip olamayacaklar.
Biliyorum bu arkadaşlar için bir anlam ifade etmeyecek ama ünlü Japon romancı Haruki Murakami’nin 1Q84 romanındaki şu cümlelerin altını onlar için bir kez daha çizmek istiyorum: “Açıklanmadığı zaman anlayamıyor olman, ne kadar açıklanırsa açıklansın anlayamayacağın anlamına gelir...”