Adını koymadan “millet”/“milletleşmek” üzerine yüzeysel, lakin fikir verdiğini düşündüğüm bir seri yazmış oldum son üç yazıdır. (Kemal Karpat Hoca’ya göre de en önemli meselemiz budur.)
Geçmiş bazı yazılarımda ise sık sık kutuplaşmanın, (üzerine yıkılmaya çalışıldığı gibi). Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylem ve pratiklerinin değil, tarihin ve toplumsal dinamiklerin bir ürünü olduğunu iddia ediyordum.
Kutuplaşmanın bize özgü nedeni sekülerleşen/başkalaşan azınlık bir kesim ile geleneksel kültürel yapılarını muhafaza eden geniş kesimler arasında yaşanan yarılma idi. Geniş kesimler hep gariban, azınlık unsurlar iktidar olduğundan uzun süre sanki bir denge durumu varmış gibi gözüktü. Oysa yoktu; mutlu azınlık dışında herkesin canı çıkıyordu. Menderes’in idamı garibanların dönüşünü yarım yüzyıl öteleyecekti.
Sekülerlerin hatası bu dönemin sonsuza kadar süreceğine inançları oldu. (Erdoğan olmasa iyice zayıflatılmış Türkiye’yi çoktan Sevr 2.0’a razı etmişlerdi.) Batı’ya öykünmenin onları Batılı yapacağını düşündüler. Asla Batılı olamayacaklarını hissetmenin yarattığı öfkeyi de kendi ülkelerine yönelttiler.
Garibanlar ise ağır insan hakları ihlalleri altında bile şiddete, terör örgütleriyle oynaşmaya, emperyalleri işgale çağırmaya tevessül etmediler.
Kutuplaşmanın evrensel nedeni ise toplumsal kesimler, menfaat odakları, sınıflar arasındaki kesintisiz çekişme ve rekabettir. Toplum “bir tut/çek/bırak” geriliminden alır enerjisini. Önemli olan bu süreçlerin belirli kurallar çerçevesinde gerçekleşmesi ve herkesi bağlayan sınırların varlığıdır.
İşte ancak böyle bir durumda toplum dağılmaz ve bir üst kimlikten bahsedebiliriz. Millet olmak böyle toparlayıcı bir işlev görür.
Şimdi sekülerler son bir umut emperyal güçlerin Erdoğan’ı yıkması için elbirliği yapmış durumda. Kesmek istediklerinin kendi bindikleri dal olduğunu görmeleri beklenemez. Kimse bilinçli bir şekilde bu rollere bürünmez. Bir tür büyülenme halidir bu.
Ama bizzatihi bir toplum mühendisliği ürünü olduklarından, üstlerinde çalışmak kolay olmaktadır. Garibanlar yine sorumluluk alacak, millet olmanın gerekliliklerini ortaya koyacaklardır. 15 Temmuz’da onlar ölecek, diğer bazıları da ATM önlerine yığılacak, kaçabilirse ülkeden tüyecek ya da müezzin döveceklerdir. Ancak ve ancak garibanlar emperyalizme karşı mücadeleyi kazandığında sekülerlerimiz mühendislerinden kurtulup özgürleşebilir. Çünkü işgal altındaki algıları serbest kalacaktır.
Bunun da şurada beş/on senesi var zaten.
Hasılı yaşasın Garibanokrasi!