Son yazıda dünyanın birçok yerinde ya başarılı olmuş ya da akim kalmış darbelerin yaşandığını, bu dalganın ülkemizi de 15/16 Temmuz’da ziyaret ettiğini ve ne iyi ki başarılı olamadığını yazmıştım. Öte yandan, bu darbe veya teşebbüslerin birbirinden bağımsız gerçekleşmediğini, öyle de olamayacağını eklemiştim.
Venezuela, ciddi bir petrol rezervine sahip ama ekonomisi zayıf ve müdahaleye açık bir ülke. Mısır, Ortadoğu’nun kontrol edilmesi için kontrolü gerekli önemli ama zayıf bünyeli ülkelerden bir diğeri. Suriye Akdeniz’de doğal bir liman/üs gibi ve oldukça stratejik. Ukrayna, Rusya’nın çevrelenmesi için ideal bir coğrafyaya sahip. Aslında hangi ülkeye bakarsanız, onda ya ekonomik ya da jeopolitik bir değer görmekteyiz. Türkiye ise dünyanın merkezinde, tüm kavşakların kesiştiği bir düğüm noktası.
Şaşıracak bir durum yok. Ama biz kendi aktüel iç gündemimizle uğraşırken, dünyada nasıl bir dönemin yaşandığını, Türkiye’nin bu tablodaki hayati yerinin önemini yeteri kadar kavrayamayabiliriz. Kavramıyoruz demiyorum. Ama yeterince kavrayamıyor olabiliriz.
Dünya dün de böyle bir yerdi, yarın da böyle bir yer olacak gibi gözüküyor. Bir bünyenin zayıf veya hasta olması, o bedenin değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Hatta, bu değere o ülkenin kendisi sahip çıkmadığında hastalandırılıyor demek daha doğru. Hırsızların, kötü bir amaçla bir kişiyi ilaçla bayıltmaları gibi bir örnek de verilebilir.
Eğer etik bir tartışma ile kifayet etmeyeceksek, bu kötücül eylemleri kınamak ve müsebbiplerine lanet yağdırmak bir yol. Ne kadar faydalı, Ortadoğu coğrafyasına bakınca anlayabiliriz. Bir başka yol da, bünyeyi sağlamlaştırmak ve güçlü olmanın çabasını ortaya koymak. Bu arada, eğer maksat hasıl olursa, güçlü/tayin edici büyük bir ülke olunduğunda, aynı kötücüllükleri başkaları üzerinde sergilememeyi ve başka yolların da olduğunu dünyaya göstermek mümkün.
Ama başarılı olmadıkça sizi kimse ciddiye almayacaktır.
Türkiye bu manada, yarı baygın halden kendisine gelen bir ülke sıfatına kavuşmuştur. Batı’nın mantıksız gelen öfkesinin en önemli nedeni de bu değişimdir. Herkes yeteri kadar akıllı olduğu için, bu sürecin nereye varacağını da görüyor: Güçlü ve kendi kararlarını kendisi alabilen, kendisini suiistimal ettirmeyen büyük bir ülke.
Bu hedefin engellenmeye çalışılmasından daha doğal bir durum yok. Amerika ve Avrupa tarihini biraz okuyanlar, bu akraba halkların, daha doğrusu devletlerin birbirlerine ne korkunç şeyler yaptığını biliyordur. Tabii ki dini, kültürel farklılıklar önyargı nedenidir. Ama ben asıl gerekçenin bu iktidar kavgası olduğunu, bu anlamda din, ırk, mezhep veya meşrep ayırt etmediğini düşünüyorum.
Türkiye büyük fırsatlar ile büyük sıkıntılar arasında bir sarkaç gibi sallanıyor. Tüm iyiniyetimle, asıl meseleye odaklanmak gerektiğini ifade ediyorum.