Öncellikle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü tebrik ediyorum. Beş kız kardeşle tek erkek kardeş olarak büyüdüm. Annemi ve ailenin diğer kadınlarını da buna eklerseniz, oldukça şanslı biri olduğumu söyleyebilirim.
Tabii bu tek erkek kardeş olma durumu bana epey sorumluluk yüklerdi. Babam bensiz onların dışarı çıkmasına izin vermezdi ama sorun şu ki ben dördünden de küçüktüm. Benden küçük sadece bir kız kardeşim vardı.
Bizim ergenliğimizi yaşadığımız zamanlarda bugünden çok daha gayrı medeniydik. Sokakta kadınlara laf atılması herkesin alıştığı bir durumdu. Bir tür yerel spor gibiydi. Dışarı çıktığımızda, şöyle kardeşlerimle Nişantaşı boyunca yürüyüp, Rumeli Caddesi’ndeki Maraş Dondurmacısı’ndan dondurma alıp, oradan Taşlık Çay Bahçesi’ne iki kilo ay çekirdeği tüketmek üzere varana kadar ben güdümlü bir füze gibi yanımızdan gelip geçen erkekleri kollardım ve gecem mahvolurdu.
O nedenle ben de kızlara bakmamaya özen gösterirdim. Bu travma neredeyse flört hayatımıza mal olacaktı. Hani olur da karşı cinsten bir insan evladını maksadımızı aşarak üzeriz diye, içimize ata ata büyüdük ilgimizi.
Bir de bu duruma kadın-erkek ilişkilerinin karmaşık doğası eklenmektedir. Aşkın doğasındaki gerçeküstü ruh hali, -ayrılıklarda mesela- intikam alır gibi bu sefer aleyhte çalışmaya başlar. Er veya kadın kişi, karşısındakinin canını öyle bir yakmak istemektedir ki, ancak bu şekilde hayatının geri kalanına devam edecek gibi hisseder. Oysa başlarken gösterilen özen nasıl sevginin bir tezahürü olmak durumundaysa, biterken de o sevginin çok değerli bir anı olarak kalmasına özen gösterilmelidir. Çok ağır bir haksızlığa uğranmış olsa bile, yaşananların hatıralarda korunması, geleceğin kirletilmemesi adına çok önemlidir. Herkes iyi başlar ama çoğu iyi bitiremez. Bu gelişmemiş bir karakter belirtisidir.
Çoğu affetmeyi suçun/suçlunun kendisini hoş görmek olarak algılar ve doğal olarak zorlanır. Oysa affetmek, “benim üzerimde yetkin yok” demektir ve travmayla ilişkiyi koparmayı sağlar. Yersel ve göksel adalet bir yana, hikmetli kişi, suçun cezasını kendi içinde taşıdığını da bilir. Her suç bir lanetle gelir. Mesele ne kadar zor ve karmaşık olursa olsun, kadın erkek arasındaki ilişki hiçbir şey adına sakatlanmamalıdır. Ne kadına dönük barbarlıklar, ne de hak arama görüntüsündeki aşırılıklarla. İki cinsin arasına derin uçurumlar koyma ve neredeyse birbirlerine yaklaşmaya korkacak hale getirme tuzağına ülkemiz de düşmemelidir.
Bugün yurtdışında insanlar bir çocuğu sübyancılıkla suçlanma riskini göze almadan sevememektedir. Ama tecavüz oranlarına baktığınızda İsveç dünya ikincisidir. Demek ki, konuya ideolojik değil, daha bütünlüklü, kadını erkeğe karşı konumlandırmadan, hele hele düşman etmeden yaklaşmak gerekmektedir.
Haklarımızı korumaya çalıştığımız kadar, hak arama hakkımızı da korumakla mükellefiz.