Çok ilginç bir paradoks var ortada...
Evrensel hukuka sürekli atıf yapanlar, yargının tarafsız olması ve siyasallaşmaması gerektiğini ifade edenler, Anayasa Mahkemesi’nin Dündar/Gül kararında esas mahkemenin yerine geçmesini, davanın esasını ortadan kaldıracak şekilde yetkisini aşmasını pek sorun etmemişe benziyorlar.
Nasıl olsa hukuk dediğiniz alanda istediğiniz gibi yorumu esnetmeniz mümkün.
Aynı şey, şu dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinde de yaşanıyor. Yargının siyasallaşmasından şikâyet edenler, bagajında örgüte silah taşıyan, örgütle bağlantısı sarih olan, yüzlerce kişinin ölümüne yol açan sokak çağrılarını yapan, 29 kişinin feci şekilde öldüren katilin cenazesinde arzı-endam eden milletvekillerinin yargılanmaması gerektiğini de ifade ediyor. Konjonktür buna müsait değilmiş. Eğer yargılanır da hapse düşerlerse, HDP Kandil tarafından Meclis’ten çekilir, Nevruz öncesi sokağı karıştırmak isteyen PKK’ya gün doğarmış, örgüte can suyu olurmuş.
Buradaki savların bir kısmı doğru veya yanlış olabilir. Mesele, aslında pekâlâ hukukun gerektiği zaman gerektiği gibi araçsallaşabildiği...
İdeolojik olarak birbirine karşı konumlanan gruplar, kavga veren partiler, mahkemelerin işlerine yaradığı noktada onu yüceltiyor, tersi durumda da yerin dibine geçiriyor.
X tarihine A pozisyonunu alanlar, Y tarihinde rahatlıkla B pozisyonunu savunabiliyorlar.
Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında da anlaşıldığı üzere, dış ve iç kamuoyu baskısı altında kalmış veya başka bilemediğimiz nedenlerle, tahliye kararını verirken, davanın nedenini de ortadan kaldırmak gibi bir yanlışa savrulmuştur. Sanıkları beraat ettirmiştir. Halbuki davanın özüne girmeden, esas mahkemenin yerine geçmeden tutuksuz yargılamaya hükmedebilirdi.
HDP’lilere gelince...
1994 yılında DEP’lilerin sadece Kürtçe birkaç kelime sarf ettikleri için yaka paça Meclis’ten alınmalarına ve 11 yıl hapis yatmalarına alkış tutanlar, bugün açıkça örgütün komutanlığını yapanların görmezden gelinmesini savunuyorlar. Bunu da demokrasi, barış ve ifade özgürlükleriyle ilişkilendiriyorlar.
Peki, bizler hangi demokratik zemin üzerine siyasi/sivil mücadele verileceğini nasıl kestireceğiz? Hepimizi bağlayan ortak ahlaki ve hukuki kuralları nasıl tespit edeceğiz? Eğer 29 kişiyi öldüren bir katile bir milletvekili arka çıkacak, canı isteyen her sözde siyasi insanları ayaklanmaya çağıracak, bunun da bir bedeli olmayacaksa, Meclis’in meşruiyetini hangi önlemlerle koruyacağız?
Gezi’den beridir uyarıyorum; şiddet, terör ve her türlü siyasete dönük yasadışı yöntemleri sistematik şekilde normalleştiriyorlar. Hedefleri ülkede siyasi/toplumsal ameliyat yapmak. Ve maalesef düşünce, ifade ve medya özgürlüğünden tutun, özgürlükler, kadın, çevre haklarına kadar her şey suiistimal ediliyor.
Uludere faciasından Ferhat Öncü gibi bir politik troll çıkardılar. Berkin Elvan’ın babası son olarak Diyarbakır’da HDP’nin sokak çağrısında garnitür olarak görüldü. İnsanları hem öldürüyor, hem de miraslarına çökerek politik cephane üretiyorlar. Mumcu, Dink, Uludere, Elvan bunlardan sadece birkaç örnek.
Yargı da bundan münezzeh değil.