Değerli okurlar, devletin işletim sistemi olan hükümet modelimizin aslında parlamenter sistem bile olmadığını çokça yazdım. Bizimki darbelerle içine vesayet mekanizmaları yerleştirilmiş parlamenter sistem görünümlü bir vesayet sistemi...
Ama böyle olmasaydı dahi, parlamenter sistemin kendi içinde çok ciddi sorunları var. Çünkü İngilizlerin kendi özgün hikayesinden tevarüs etmiş, kral, derebeyleri, ruhban ve tüccar sınıfı arasındaki iktidar mücadelesinden doğmuş bir sistem bu.
Avrupa’daki politik gelişim aşağı yukarı benzer olduğu için de kıtada karşılık bulmuş, Batı devrimlerinin dünyayı etkilemesiyle de küreselleşmiş.
Bazı anayasacıların parlamenter sistemin İngilizlerin dünyaya laneti olarak değerlendirmesinin nedeni içinde barındırdığı ciddi riskler.
1) Öngörülemezlik
2) İstikrarsızlık
3) Temsilde adaletsizlik
4) Kuvvetlerin ayrılamaması
5) Bürokratik vesayeti güçlendiren siyasi güçsüzlük
6) Yargıya aşırı yüklenme, jüristokrasi tehlikesi
Bu liste uzatılabilir.
Parlamenter sistemde genel seçimlere gittiğimizde öncelikli olarak yaptığımız şey hükümeti seçmek olmaz. Sadece partileri yukarıdan aşağı sıralamış oluruz. En çok oyu alan1, 2, 3, 4. partiler ortaya çıkar sadece. Kimin başbakan veya bakan olacağı bile belli değildir. Birinci gelen parti tek başına iktidar olma, yani güvenoyunu sağlama sayısına ulaşsa dahi Ankara’ya gittiğinde orada birçok resmi/gayriresmi ortakları olduğunu görecektir.
Dört yıllığına binbir zorluk ve vaatle seçilen parti ve liderin karşısına ilk dikilen ortak cumhurbaşkanıdır. Yürütmenin başıdır o. Hükümet onun onayı olmadan kurulamaz. Onun onaylamadığı kişi bakan olamaz. Bu geniş yetki bolluğunu çerçeveleyen hiçbir kural yoktur. Nitekim Demirel 28 Şubat’ta Erbakan’ı görevi Çiller’e verme vaadiyle istifa ettirdiği zaman sözünde durmamış ve Yalım Erez’i görevlendirmiştir. Yani hükümet darbesini tamamlamıştır.
Öte yandan her şey yolunda gitse ve hükümet kurulda dahi, bu sefer de iktidar partisinin salt çoğunluğa ulaşma zorunluluğu bu sefer tüm yasama ve kontrol faaliyetlerine hâkim olmasını sağlar. Yani bir partinin iktidar olmasının asgari şartı, onun tüm Meclis faaliyetlerine hâkim olmasının da nedenidir.
Böylelikle ayrı olması gereken yasama ve yürütme erkleri bütünleşir.
Bu sistemde koalisyon riski çok yüksek olduğundan genelde ülke barajına ihtiyaç duyulur.
Bu da demokrasi açığı oluşturur, temsilde adalet sağlanamaz.
Yani temsilde adaleti feda ederken, yönetimde istikrar da garanti değildir.
Bazen yüzde 18’le bir parti tüm ülkeyi yönetebilir, bazen de yüzde 41 oy alan bir parti hükümet kuramaz, ülke yıllar kaybeder.
İşte 16 Nisan’da oylayacağımız cumhurbaşkanlığı sistemi tüm bu arızaları gidermeyi gözeterek hazırlanmıştır.
Yasama ve yürütme birbirinden net biçimde iki ayrı sandıkla ayrı ayrı seçilmek suretiyle birbirinden ayrılmıştır.
Meşruiyet artık dolaylı değil, doğrudandır.
Çift başlılık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığının birleştirilmesiyle giderilmiştir.
Koalisyon riski artık yoktur. Akşam beş itibarıyla yüzde 50+1 gibi yüksek bir meşruiyetle hükümet ortaya çıkar. Görev süresi beş yıldır. Sorumlu bellidir.
Koalisyon riski olmadığı için yönetimde istikrar sağlanmıştır. Üstelik aynı nedenle artık ülke barajına da ihtiyacınız yoktur. Böylelikle en küçük partiler, bağımsız adaylar, azınlık grupları Meclis’te aktif siyasetin içinde yer alabilir, kendi kesimlerini temsil edebilirler.
Temsilde adalet de sağlanmış olur.
Cumhurbaşkanı adayı olup seçilemeyenler milletvekili de olamadıkları için Meclis’teki gruplarından da ayrı düşerler.
Bakanlar milletvekili olamazlar. Sadece işlerine odaklanabilirler.
En başarılı cumhurbaşkanları bile en fazla iki dönem siyaset yapabilir.
Ve en güzeli de tüm bunlara karar veren irade artık sadece milletin kendisidir.
Bundan daha şık, daha demokratik, üniter yapıyı ve cumhuriyeti güçlendirecek bir düzenleme olabilir mi?
Çok net söylüyorum, olamaz.
Herkes, tüm partili partisiz vatandaşlarımız içleri rahat bir biçimde ve özgüvenle pazar günü sandığa giderek Evet oyu kullansınlar.
Ne kadar büyük bir iş başardığımızı çok geçmeden anlayacağız.