Dünyanın bugün içinde bulunduğu huzursuzluk ana mantıktaki virüs temizlenmeden sona erecek gibi gözükmüyor. Paylaşım mantığındaki sapkınlık derecesine varan tamahkârlık mahkum edilmeden, zembereğinden boşanmış bir şekilde daha kötüsüne doğru yuvarlanıp gidiyoruz.
Dünya küçüldükçe artık herhangi bir yerde yaşanan olumsuzluk, her yeri etkilemeye başladı. Küreselleşme ulusal çözümleri de etkisiz bırakıyor. AB istediği kadar sırtını dönsün veya sınırlarını utanç verici bir şekilde mültecilere kapatsın, Ortadoğu veya Asya’daki savaşlardan kaçan milyonları görmezden gelemez. Veya büyük devletlerin çıkarları için kullandıkları terör örgütlerinin onları kendi evinde tehdit etmesine engel olunamaz.
Normalde, bu kötü gidişatın önünün alınması için büyük devletlerin, Birleşmiş Milletler gibi kurumların ciddi bir gündemlerinin olması gerekirdi. Dünyadaki sorunlu bölgelerde karşı karşıya gelenler bu büyük devletler çünkü. Nasıl olup da bir Üçüncü Dünya Savaşı’ndan kendimizi koruyacağımız ile ilgili bir çabanın hâlâ gündemde olmadığını görüyoruz.
Kazanma hırsı, maddiyatçılık ve tamahkarlık ile birlikte, güç savaşlarının insan medeniyetini tehdit ettiği günlerdeyiz.
Türkiye “Dünya beşten büyüktür” derken, sadece mazlum halkların sesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu toplu çıldırmanın reçetesini de sunmaya çalışıyor.
Askeri önlemlerle, zorbalıkla, kas gücüyle, ekonomik savaşla alınabilecek yol belli. Farkındaysanız, artık Batı ülkeleri demokrasi iddialarından veya kamuflajından da vazgeçmeye başlamış durumda. Batı’da kimse artık böyle idealleri gülünç duruma düşmeden telaffuz edemiyor. Oysa bu değerler, ne olursa olsun önemliydi. Belirli bir emniyet supabı ve iyimserlik oluşturuyordu. Artık negatif gerçekçilik ile acilcilik güç kazanmış durumda.
Gordion düğümünde olduğu gibi, devletler de, insanlar da, yaşanan bu tıkanıklığın ancak güçle, yani savaşla çözülebileceğine ikna olmuş durumda. Sıradan insanlar bile, yaratıcı bir yıkım bekler halde. Yani bir savaş olsun ve dünya nüfusu üçte bire insin, öyle ki geride kalanlar daha iyi şartlarda yaşasın.
Bu büyük bir yalandır. Dünya bu nüfusu beslemeye yeter kaynaklara sahip. Sorun insan hırslarının hiçbir kaynağı yeterli görmemesinde.
Bu manada, yükselen güçlerin, yani dünün mazlum devletlerinin üzerine çok daha fazla sorumluluk düşüyor. Batı bu yükselişi engellemek için her şeyi göze almış durumda. Ancak yeni büyük devletlerin daha farklı bir zihniyeti ortaya koyması lazım. Türkiye dışında değer siyaseti öneren pek bir ülke yok. Eski kurala göre kendilerini korumaya, rakiplerini yenmeye çalışıyorlar. Suriye bunun en dramatik örneği.
15 Temmuz’da çok ciddi bir işgal girişimini atlattık. Aslında dünyaya demokrasi dersi verdik. Buradaki mücadele zihniyetini dünyaya ihraç etmeliyiz. Bunun için de 15 Temmuz’un Fransız Devrimi kadar önemli olduğunu önce bizlerin kavraması ve Türkiye’nin ne olursa olsun ayakta kalması şart. Aktüel olaylar önemli. Ama onlar sadece aysbergin görünen yüzü. Altta ise bizi yöneten değerlerin veya çürümenin kendisi var.