Duayen tarihçi Kemal Karpat bir ülkede demokrasinin ve buna bağlı tüm artı değerlerin ancak orta sınıfların gelişimi üzerinden yükselebildiğini ifade ediyordu. Bu gelişim şüphesiz sadece iktidara, yani devleti yönetme gücüne siyasi olarak erişme noktasında asılı kalamazdı. (Bu kadarını İttihat ve CHP de yapmıştı.) Orta sınıflar her açından gelişmeli, tabii kendi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kadrolarını (elitlerini) yaratmalıydı.
Bu da yeterli olmazdı. Bir ülke, hele hele Türkiye gibi imparatorluk devamı olan bir devlet söz konusu olduğunda, doğal olarak var olan değişik toplumsal kesimlerin orta sınıfları arasında siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal bir denge de kurulmalıydı. Bu denge demokrasi kültürünü doğuran bir işleve sahipti. Burada hem demokratik bir zeminde, kuralları belli barışçı bir rekabet söz konusu olmalı, hem de herkesi gönüllülükle şemsiyesi altına alacak ortak bir üst kimlik de yaratılabilmeliydi.
“Yerli/milli” kavramını ilk kullananlardan birisi olarak, ben bu üst kimliğin günün şartlarına göre tahkim edilmesi, uğradığı saldırılardan ötürü de tamir edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Sorunların zamanında çözülememesi, CHP’nin 1950’de çok partili hayata geçit verirken sergilediği tutumu doksanlardan sonra sergileyememesi, bilakis, yarıkları daha da derinleştirecek 28 Şubat gibi büyük hatalara düşmekle esasında zarar gören üst kimlik meselesi oldu.
Kemal Karpat da, İdris Küçükömer de ülkenin son 200 yıllık siyasi hayatına iki ana hattın damga vurduğunu, bunların “dindar muhafazakârlar ile Batıcı sekülerler” olduğunu ifade ederler. Açıkçası, uğranan bunca haksızlığa rağmen dindar muhafazakâr kesim “siyaset” alanında kalarak tarihsel rolünü demokrasiyi güçlendirecek şekilde yerine getirmektedir. 28 Şubat’a verilen cevap şiddete yönelmek değil, sivil siyaset içinde hak aramak olmuş, darbeciler henüz ceza almamış olsa da milletimiz Erdoğan liderliğinde demokratik hak arama mücadelesini kazanmıştır.
AK Parti sürecini çok olumlu bulan Karpat, 2008 yılı itibarıyla CHP için ise şöyle diyor:
“AK Parti’nin temsil ettiği kültür bakımından muhafazakâr, fakat ekonomi bakımından devrimci elitlere karşı CHP, Cumhuriyet’in milli, sosyal, demokratik, halkçı ruh ve ideallerine sahip yeni bir sosyal elit çıkarabilirse denge kurulmuş, Türkiye demokrasisi çok daha güçlenmiş olacaktır. CHP gerçek anlamda modern, demokratik bir parti olabilirse, AK Parti’yi dengeleyerek demokratik ödevini yerine getirebilir. Güçlü bir muhalefet Türk demokrasisini güvenceye bağlamış olur.” (Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, s. 64.)
Karpat vefatına yakın bu konularda nasıl düşünüyordu bilmem. Ancak CHP’nin “Kılıçdaroğlu dizaynı” ile bu son fırsatı kaçırdığını, çürüme evresine geçtiğini tarafsız biçimde söyleyebilirim. CHP halka gitmek yerine, gayrımeşru aktörlerle birlikte hareket eden bir mühendislik nesnesine dönüşmüştür.
31 Aralık seçimleri, CHP’nin zehirlediği bu alana oksijen gitmesi için de tarihi bir fırsat olacaktır.