Avrupa ile yaşadığımız krizin temelinde, Batı’nın Türkiye üzerindeki kontrolünü kaybediyor olması yatıyor.
2013’ün başı itibarıyla toplu saldırıya geçtiler. Bunun başka bir izahatı yok. Gezi ile düğmesine basılan, 17/25 Aralık FETÖ yargı darbesiyle devam eden süreç başarısız olunca, Türkler ve Kürtler arasındaki binli yılların başında yapılan ittifakın 2.0 versiyonu olan Çözüm Süreci’ne yöneldiler.
Ellerinde önemli kozlar vardı… İlki, PKK’nın kontrolü ellerindeydi. Suriye’de boyut değiştiren savaşta DEAŞ maymuncuğunu kullanıyorlardı. FETÖ ve eski vesayet parçaları da içeride bu örgütlerin önünü açıyorlardı.
Böylelikle bir yandan Suriye’de DEAŞ’ın alıp PKK/PYD’ye teslim ettiği kuzey hattı, Türkiye içinde de hendek hattı birbirine paralel ilerlemeye başladı.
Bu iki hat birleştiğinde, ortaya Türkiye’yi güneyi ve doğusu ile izole eden ve Sevr’in devamı olan bir harita ortaya çıkacaktı. 6-7 Ekim süreci böyle başlatıldı. İçeride aynı anda HDP güzellemesi yapılarak ve CHP’ye destek verilerek 7 Haziran’da koalisyon için çalışıldı.
Amaç sıradan bir siyasi başarı elde etmek değildi. Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’nda izole edilecek, bir koalisyonla da siyasetin ana omurgası olan AK Parti etkisizleştirilecekti. Bütün güçleriyle bu tablonun ortaya çıkmasına çalıştılar. FETÖ’cüler (C)HDP’ye oy verip, oy topluyorlardı.
Nitekim 8 Haziran sabahı Avrupa “Yeni bin yılın Selahaddin’i Eyyübi’si son durakta durduruldu” manşetiyle bu “zaferi” kutluyordu.
AK Parti’nin fiilen çöküşü anlamına gelecek koalisyon ne iyi ki kurulamadı. MHP’nin milli demokrat duruşuyla da AK Parti’siz bir koalisyon hükümeti de mümkün olmadı. Seçimlere gidildiğinde, altı ay içinde sekiz puan düşürdüğü AK Parti’yi millet dokuz puan yükselterek tek başına iktidar yaptı.
İşte iplerin koptuğu, 15 Temmuz’a karar verilen nokta burası oldu. Altın vuruş yapmak üzere geldiler, geldikleri gibi de gittiler.
15 Temmuz’da ülkeye el koyup planladıkları taksimatı yapacaklardı, tabii kanlı bir süreç yaşattıktan sonra.
Milletten tokadı yediler.
Dünya dikensiz gül bahçesi değil. Türkiye ile uğraşmaları, onu kontrol etmek istemeleri de şaşırılacak bir şey değil.
PKK ve FETÖ’nün durumu da öyle…
Peki bu CHP’ye ne oluyordu? Buna çanak tutan medya ve sözde STK’lara ne oluyordu? Bu fakirin gördüklerini görmemeleri mümkün müydü? Bu sadece bir çıkar/fikir çatışmasıyla açıklanabilir miydi? Ülke beka sorunu yaşarken, buna duyarsız kalacak ne yapmıştı bu ülke onlara?
O yüzden bu dönemin öne çıkan, kendisine ihtiyaç hissettiren en önemli kavramlarından birisi “Milli ve yerli” olmuştu. “Milli demokrat” bir üst kimlikte, siyaset ve tüm sivil toplum birleşmeliydi. Bu şemsiye herkesi altına alacak kadar geniş ve kapsayıcıydı.
Türkiye’nin Batı mandası olmadan bu yeryüzünde var olamayacağına dair derin “iman” ile malul kesimlerin hepsi bu son süreçte pul pul döküldü. Tarlayı 1800’lerin başından beri sürüyorlardı. 200 yıllık siyasetçi, bürokrat ve aydın tiplemesi, imtiyazlarını yitiriyor olmalarının da tesiriyle yeniden kuruluş sürecinin karşısında yer aldılar.
Şimdi de tüm terör örgütleri ve Avrupa ile birlikte 16 Nisan’da “hayır” çıkması için her yola başvuruyorlar. Bu da sıradan siyasi bir tercih değil onlar için. Erdoğan tek kişi iken önünde sonunda onu hal edebileceklerine inanmışlardı. Ama 16 Nisan’da “Evet” çıkması halinde Yeni Türkiye’nin artık sistemleşeceğini, kurumsallaşacağını biliyorlar.
Onlar için “Hayır” son fırsat.
Ben sadece bakış açılarını ve ruh durumlarını anlatmaya çalıştım.
Yukarıdaki hikâye tamamen onların istediği gibi gelişseydi de başaramayacaklardı.
Bu aziz millet 1 Kasım ve 15 Temmuz’da olduğu gibi hep karşılarına dikilecek.
16 Nisan’da EVET ile dikilecekleri gibi.