Sanırım 15 Temmuz’da zirve yapan Yeni Türkiye iradesi ile birlikte, dış ilişkiler bağlamında yeni bir sürece giriyoruz.
Geçenlerde The New York Times yazarlarından Stephen Kinzer mahçupça da olsa ABD yönetimine “Erdoğan’ı olduğu gibi kabul etmeyi” tavsiye ediyordu. “Öfkeli Erdoğan ile oyunu nasıl oynamalı” adlı yazısında.
Tabii yazıda “diktatörlük, otoriterlik” sıfatlarından geçilmiyordu. Ancak 15 Temmuz’un başarısız olması ile daha rasyonel bir ruh durumuna geçilmişti.
Dün Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e bir röportaj veren ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in ağzından da ne ilginçtir ki, “Erdoğan oyunu kuralına göre oynamıyor” sözü çıkıyordu. Tabii “otoriterlik” sıfatı da eksik edilmeden.
Jeffrey “Türkler ve Amerikalılar birbirini kesinlikle anlamıyor ve her şeyin kökeninde bu var” diyordu.
Jeffrey bir de şunu söylüyordu: “Herkes sürekli Erdoğan’a kızgın çünkü bizi iyi idare etmiyor. Fakat biz en riyakâr ve suni kişiler tarafından bile de olsa iyi idare edilmeye alışmışız.”
Jeffrey iki ülkenin birbirini anlamamasını “değerler” üzerinden açıklamaya çalışıyor. Türkiye, ABD ve AB için öncelikli meselenin “İnsan hakları ve özgürlükçü düşünceler” olduğunu anlamıyor ve asıl mesele de budur.
ABD geç tepki vermiştir çünkü darbe zaten önlenmiş, öncelikli mesele, kazanan durumundaki Erdoğan’ın insan haklarını ihlal edeceğine dair endişe olmuştur. “Erdoğan, Batılı değerlere saygılı olmayan bir otoriterdir.” Ama öte yandan Sisi gibi diktatörler, ABD ve AB’nin duymak istediklerini söyler ama gereklerini hiç yapmazlar. (Yani ABD Sisi’lerin yaptıklarından sorumlu değildir.) ABD ve AB de duymak istediklerini duydukları müddetçe hiçbir şeyi sorun etmezler.
Herhalde ABD dış politikasını bu kadar naif bir düşünceye oturtmak öncelikle ABD’yi “şekerle kandırılan çocuk” seviyesine indirgemek olur. Biz müttefikimize bu haksızlığı yapmayalım.
Tabii Jeffrey, hem Erdoğan’dan, hem de Türk ordusundan, “diğerleri kadar” kolay istediklerini alamadıklarını da söylüyor. Yani “değerler” tezi burada real politik gerçeklikle destekleniyor; ama aynı anda onu çökertiyor da. ABD, duymak istediklerini duyarken almak istediklerini de aldığında, karşısında Sisi veya Gandi olması fark etmiyor. “Değerler”, burada ya ikincil, ya da “alınmak istenenlerin” bir aracı seviyesine geriliyor.
“İki taraf da birbirini anlamıyor” derken, “ABD değil, ama siz ABD’yi anlamalısınız” şeklindeki tavrıyla bence “anlaşamamanın” temel tavrını da açık ediyor.
Kerry, Votel ve Clapper’a eleştirileri de bunu örtemiyor. Bilakis bu “sorunlu açıklamaları”, ABD yönetiminin resmi tavrından ayırarak “kişisel saçmalıklar” seviyesine çekiyor. (ABD, Sisi’ler gibi, Kerry’lerin de yaptıklarından mesul değildir.)
Türkiye’nin ABD’ye, iç hukuk sisteminin işleyişine dair önyargıyla baktığı eleştirisi önemsenmeli. Gerçekten önyargılar ve duyguların ülke ilişkilerinde yeri olmamalı. Ama bu kanaatin Türkiye’de neden oluştuğuna dair hikayeyi biz anlatmadan, Jeffrey, Gülen’in iadesi konusundaki önerisiyle kendisini çürütüyor zaten: “[ABD] ‘Yönetimin bürokratik prosedürlere ya da basındaki eleştirilere takılmayın, bu iş olacak’ şeklinde bir talimat vermesi şart. Amerika’da ya da Türkiye’de bürokrasiye iş yaptırmanın tek yöntemi budur.”
Demek ki, ABD yönetimi, öyle tercih ettiğinde, “hukuk süreçlerinin”, “değerlerin” pek önemli olmadığı, talimatla iş yapılabildiği ortaya çıkıyor.
Türkiye ve ABD ilişkileri, Jeffrey’in sözleriyle “İlişkilerin kötüye gitmesi Türk halkı için bir faleket olacak” tehdidiyle yeni bir zemine oturamaz. Ne kadar sempatik, apolojik özeleştirilerle bezeseniz de, bunun ötesine geçmek lazım.
Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye ve ABD arasında yeni bir oyun teorisine ihtiyaç var. ABD ısrarla 1952’de oluşturulan “ikincil aktör” rolünü dayatıyor Türkiye’ye. Eşitliğe değil, talimata dayalı bir ilişki. O zaman Erdoğan diktatör olmaktan çıkabilir, Gülen de rahatlıkla iade edilir.
Bunun olmayacağı, artık olamayacağı, ABD’nin Türkiye ile ikincil aktör olarak yola devam edemeyeceği konusudur asıl sorun kaynağı. Buradaki kilit mesele, Türkiye’den ziyade ABD’nin buna ne kadar hızla adapte olacağıdır.
Yani Jeffrey yeni bir şey söylememiş, Biden ziyareti öncesi eski bir zemini tahkim etmek istemiştir.