Başörtüsü meselesi, en az 30 yıldır Türkiye’deki İslamcılık düşüncesini şekillendiren önemli konulardan birisiydi. Her ne kadar İslamcıların ürettiği bir ‘mesele’ olmasa da, laik çevrelerin dayattığı yasak İslamcıları da bu konuya odaklanmaya yöneltti.
Modern dünyada Müslümanca bir hayatın nasıl olacağı, modernleşirken gelenekle nasıl ilişki kurulacağı gibi meseleler İslamcıların fikri gündemini, sivil toplumunu, edebiyatını, sanatını şekillendirirken, kadın ve kadının mahremiyeti konusu da ana gündem maddelerinden birisi oldu. Fakat modernliğin mahremiyetle ilişkisi genelde kadınlar üzerinden konuşuldu. ‘Erkeğin mahremiyeti’nden söz edilmedi mesela. Üstelik kadın konuşmacıların olmadığı panel ve sempozyumlarda ‘İslam’da kadın’ meselesinin tartışıldığı bile oldu.
***
Bu sırada kadınlar yer alamadıkları kamusal alana alternatif olarak genişlettikleri sivil alanda kendilerini inşa ediyorlardı. ‘Eğitim, kadın-aile, sosyal yardımlaşma’ gibi konularla ilgilenen vakıf ve dernekler kurdular. Her ne kadar son yıllarda akademiye yakın daha eril alanlara el atsalar da, etrafında buluştukları konular genelde belliydi. Diğer yandan hukuk, acil bir ihtiyaç olarak İslamcı kadınların sivil toplum faaliyetleri içinde hiç eksik olmadı. Zira başörtüsü meselesine yıllarca hukuk zemininde çözüm arandı.
Sanat ve edebiyat da bu gündemden önemli ölçüde etkilendi. İslamcı camianın önde gelen kadın yazarları hikaye ve romanlarında başörtüsü meselesini işlediler. Bu arada başörtüsü üzerine kafa yoranlar sadece İslamcı erkek ve kadınlar değildi. İslamcılık üzerine çalışan seküler akademisyenler de başörtüsü konusunu sıklıkla ele aldılar. Hatta başörtülü kadınları ve onların yaşam biçimini sosyolojik çalışmalarının malzemesi yaptılar. Hulasa başörtüsü sorunu, Türkiye’de onlarca tezin, yüzlerce TV programının, binlerce makalenin konusu oldu. Ve şimdi, telafisi mümkün olmayan kayıp yıllara, heba edilen onca sosyal sermayeye rağmen büyük ölçüde çözüldü.
Peki şimdi İslamcılık ajandasında bu konunun yerini ne alacak? Düşünceyi, edebiyatı, akademiyi ve sivil toplumu meşgul eden bu meselenin halli, İslamcıları hangi konularla ilgilenmeye sevk edecek? Sorun karşısında sergiledikleri dayanışmayı yeni ortak idealler için de gösterebilecekler mi? Yoksa ‘içi boşaltılmış tesettür’ gündemiyle yine kadınlar mı tartışılacak? Söz gelimi yıllardır kadınlara ihale edilen Müslüman aileye, ‘erkek ve aile’ perspektifinden de bakılabilecek mi? ‘Başörtülü kadınların cipleri’ tartışması, cinsiyet ayrımı olmadan tüm dindarlara kapitalizm sorgulaması yaptırabilecek mi?
‘İslamcılık öldü’ yorumlarına rağmen, dönüşerek yeni şekiller aldığını düşündüğüm İslamcılık gündeminde ne değişecek bilmiyorum. Ama bundan sonraki süreçte zengin bir kadın potansiyelinin meseleye önemli katkılar sağlayacağı görülüyor. Zira, genişleyen ilgi alanları ve başörtüsü mücadelesi sırasında elde ettikleri kazanımlarla dindar kadınlar artık siyasetten çevreye, akademiden sanata pek çok alanda aktif biçimde varlık gösterebilecek durumdalar. Üstelik varlıklarını iddia edildiği gibi ne feminizme, ne rejime ne de günübirlik politikalara borçlu hissetmeden, ontolojik sorgulamaların kazandırdığı özgüvenli bir sosyal ve entelektüel sermayeye sahipler. Bu sürecin getirdiği bir yozlaşma yok mu? Kuşkusuz var. Ama aynı yozlaşma camianın erkekleri için de geçerli. Başörtüsü sorununun halliyle, İslamcılık ajandası bakımından da Türkiye’de farklı, dinamik bir süreç başlıyor. Şimdiye kadar sorunun örttüğü düşünce ve medeniyet meseleleri, bundan sonra cinsiyetçi bakışa mahkum edilmemiş yeni bir söylem ve ufukla ele alınmayı bekliyor.