İnsanların ölümü üzerinden yorum yapmak tercih ettiğim bir durum değil. Vatan Şaşmaz cinayeti tabii ki kamuoyunu çok yakından ilgilendirdi. Beni de çok üzdü. Çünkü tanınan, hayat dolu, genç bir sanatçıydı ve ölüm şekli çok sarsıcıydı. Kamuoyuna yansımaması gereken kanlı fotoğraflar sızdırıldı. Bu bir insanın ölüm şekli ne olursa olsun, son mahrem hakkının da ihlali anlamına geliyordu. (Sosyal medyada “Babam ölüm döşeğinde” notuyla yoğun bakım fotoları paylaşanlar da buna dikkat etmeli.)
Kamuoyuna yansıyan bilgilerin yanlı, eksik ve hatalı olabileceğini öngörerek, konunun özelinde bir yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Ancak, her halde böyle bir cinayeti işleyerek kendi canına kıymak ve muhtemelen bunu da planlı bir şekilde yapmak, önemli bir sıkışıklığı gösteriyor.
Aslında salı günkü yazıyı da Vatan Şaşmaz cinayeti sonrasında bende oluşan çağrışımlar üzerine yazmıştım. İnsanın doğarken ne kadar kifayetsiz olduğundan bahsetmiştim. Tabiatta, doğduğunda tek başına hayatta kalamayacak tek canlı türüydü insan bebesi. İnsan bu eksiklik duygusunu hayatı boyunca farklı ikamelerle gidermeye çalışacaktı.
Tabii bu eksiklik halinin giderilebileceği yanılgısı, insanları, toplumları, devletleri bir canavara dönüştürebiliyordu. İhtiyacından fazlasını toplamak, tüm gücü elinde bulundurma takıntısı insanı ölene kadar kovalıyordu. Böyle yönetilen devletler de güçsüz ülkelere dünyayı dar ediyordu.
Bu ihtiyacı karşılamanın en önemli araçlarından birisi tabii ki paraydı… Mümkün olduğu kadar para ve güç elde etmenin insanı sanki mutlu edeceği, hatta ölümsüz kılabileceği düşünülüyor. Buna kimse açıkça evet demez. Ama çoğunluk öyle hisseder ve öyle davranır. Hatta öyle hissetmediğini düşünür ama öyle davranır.
Oysa insanın hayatta kalması için gereken para, toplamaya çalıştığının her zaman çok çok altındadır. Sevgi ve huzur da parayla elde edilemiyor. Ancak yine de insan bu uğraşı vermekten kendisini alıkoyamıyor. Parayla yerine konamayacak birçok şeyi gözden çıkarıyor.
Böyle bir durumda insanı bekleyen iki son var: İlkinde, her şeyin “yolunda” gitmesi durumunda, elde edilen gücün ve paranın huzur, mutluluk getirmediği görülünce, o talihsiz karşılaşma yaşanıyor. Her şey anlamsız geliyor. Çünkü elde edilecek olanlar elde edilmiştir ve boş olduğu görülmüştür. Bundan sonra başka bir menzil kalmamıştır.
Ya da işler yolunda gitmiyor. Bu çabaya adanmış ömrün bir noktasında yapılan hatalarla elde avuçta bir şey kalmayıp sahteliklerin cilası bir bir dökülünce, insan kendisini soluksuz ve çaresiz hissediyor. Uzun yıllar önce ciddi miktarda para kaptıran bir arkadaşım intihar etmişti. Henüz yirmili yaşlardaydık. İki kez teşebbüs halindeyken engellenmişti. Sonra planlı şekilde lüks bir otelde kendisini astı. Hayatım değişmişti. Demek ki, anlamı, mutluluğu, huzuru, sevgiyi, çürüyen şeylere bağlamamak lazım. Para tabii ki lazım. Güçlü olmak kendi başına kötü bir şey değil. Kimselere de öğüt verme mertebesinde değilim. Yargılamak bize verilmiş bir hak değil. Yarın bizim başımıza neyin geleceğini kimse bilemez. Büyük konuşmamak iyidir.
Sadece, ölümsüz olduğumuz ve huzurun dışarıda bir yerlerde olduğu yanılgısıyla cedelleşmek lazım. Onu söyleyebilirim. Her şey içimizde. Bugün dünyanın durumu da içimizdekilerin dışa yansıyan halinden başka bir şey değil.