1
Bir kez daha 15 Temmuz’u anlamlandırmaya ve tanımlamaya çalışırsak, daha önce de söylemeye çalıştığımız şekliyle;
15 Temmuz gecesi halkımız yüzyıllardır süren esaret zincirini kırarak özgürleşmiştir.
Ancak milletimizle beraber okumuşlarımızın da özgürleşip özgürleşmediklerini şimdiden belli değildir. Onu zaman gösterecektir. Umarız ki milletin bir ferdi olarak okumuşlarımızda özgürleşirler. Zira onların durumu büyük ehemmiyet arz etmektedir.
Şöyle ki; büyük kalabalıkların yapacağı işler anlıktır ve belirli kıstaslarla sınırlıdır. Halkın anlık olarak ortaya koyduğu iradeyi sürdürmek uzmanların işidir.
Bir orman düşünün, yıllarca süren söylencelerle içinde ejderhaların ve canavarların bulunduğuna inanılan, buraya kimse girmeye cesaret edemiyor.
Bir gün insanlar toplanıyor, el ele tutuşuyor, omuz omuza saf oluşturarak ormana dayanıyor, içerilere giriyor, ne ejderha çıkıyor ne canavar. Halk korkuyu ortadan kaldırıyor, ancak ormanı aydınlatmak ve orman içinde sağlıklı yollar kurmak kalabalıkların işi olamaz. İşte onu konunun mütehassısları yapar/yapmalıdır. Onlarda okumuşlarımız arasındadır.
2
Hala milletimizle beraber okumuşlarımızın da özgürleşeceği umudumu diri tutsam da; yaşanan bazı örnekler var ki bu konudaki umutlarımızı gölgelemektedir.
Bu hususta iki örneği sizlerle paylaşmak isterim.
Birincisi, Hayri Kırbaşoğlu, bir ilahiyatçı.
İkincisi, Ali Türkcan, eski subay, bir Kemalist.
Daha yakından baktığımızda;
Hayri Kırbaşoğlu’nun, çıktığı bir televizyon programında, hiç kimsenin bilmediklerini bilen bir süperman edasıyla; 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptıklarını ve 30-40 yıldır örgütlenen FETÖ’cülerin varlığını es geçerek, bütün suçu mevcut iktidara yüklemesi bir tarafa; zihni anlamda ortaya koyduğu bir tablo var ki kelimenin tam anlamıyla ibretlik.
Kırbaşoğlu’ya onca kasıntısına ve onca üzerinde taşıdığı akademik unvana rağmen, zihninin nerelerden beslendiğinin ve neye ram olduğunun farkında değil, ya da insanları gerçekten aptal zannediyor.
Batı medeniyetinin kurucu unsurlarından sayılan Protestanlığa ait hermenötik okuma takıntısı içinde;
Aydınlanmacı Batı’nın ürettiği ‘bilim’i dinin yerine koyuyor ve bu dine kayıtsız şartsız mümin oluyor ve de bu teslimiyetin ne büyük bir bağımlılık olduğunu fark etmiyor.
Bu yeni ‘din’in, bütün dinleri ezip geçen, totaliter, baskıcı, acımasız ve insanları kayıtsız şartsız teslimiyete çağıran vasfını görmüyor anlaşılan.
Mesela; İslam’da insanları çağırır ama çağrı mesajının yanına ‘dinde zorlama yoktur’, ‘dileyen; anladım itaat ettim der, dileyen; anladım inkar ediyorum der’ gibi seçme hakkını muhafaza ederek insanları çağırır.
Bilim dini ise bila kaydu şart itaat ister.
Siz; düşünebiliyor musunuz, dünyanın neresinde olursa olsun, hangi dine hangi ideolojiye mensup bulunursa bulunsun, bugün birisinin çıkıp ta ‘ben bilime karşıyım’ demesi mümkün müdür?
İkinci örneğimize gelince;
Ali Türkcan isimli, Ergenekon davasında 3,5 yıl hapis yatmış, ordudan ihraç edilmiş SAT komando komutanı bir subay.
İlk çıktığı televizyon programında, Ergenekon, Balyoz sürecinde çocuğunun üzerinden yaşadıklarını anlattığında haklı olarak ilgi odağı oldu. O programda diyordu ki ayrıca; “üç buçuk yıl hapis yattım ama kimseye karşı öfkeli değilim, kızgın değilim” vs. Bu tavırlarıyla da bir SAT komandosundan beklenmeyecek kadar munis, sevecen, hümanist bir profil çiziyordu.
Ancak daha sonra başka bir programda, başka bir konuğun “bu meseleleri konuşurken, ordunun darbeci geleneğini anlamak babında Kemalizm’i de tartışmalıyız” mealindeki konuşması üzerine o munis ve hümanist adam uçup gitti, yerine ağzından salyalar saçarak, bilindik, basma kalıp ifadelerle Kemalizm’in savunuculuğuna soyunması bir tarafa; muhatabına “şu anda seninle aynı mekanı paylaşıyor olmaktan utanıyorum” diyerek içindeki canavarı ortaya koyan birisi geldi.
3
Görüldüğü gibi, örneklerimizden birisi dini alanı, diğeri ise seküler dünyayı temsil etmekte. (İkisi için de ‘güya’ kaydını düşmemizde fayda var) Ancak mahiyet olarak ikisinin söylediklerinde bir fark yok.
Birisi din adına 1400 yıllık yaşanmışlığı ve bu süre içinde meydana gelen tüm zihni ve fikri faaliyetleri yok sayıyor, öteki de sekülerizm adına aynı şeyi yapıyor, bizi millet yapan değerleri inkar ediyor. Farkına varmadığı kısıtlı zekası ile zaten millet olmamızı sağlayan tüm değerleri dünyamızdan kovmakla maruf Kemalizm güzellemesi yapmakla hala toplumun üst katmanlarında yerinin hazır olduğunu zannediyor. Daha da kötüsü kötü bir Batı ajanı olduğunun farkında olmadığını ortaya koyuyor söyledikleriyle, tavrıyla.
Peki, haksız mıyız okumuşlarımıza dair şüphelenmekle.