Yunan hayranlığına ‘Filhelenizm’ denilir. Türkiye ve Yunanistan’ı dengesiz bir şekilde karşılaştırmamak ve bu ülkenin Batı ile ilişkilerini Syriza iktidarı sonrasında daha iyi değerlendirmek için mutlaka bilinmesi gereken bir kavramdır. Bütün komşularımızla, yerküredeki bütün ülkelerle iyi ilişkiler geliştirirken yıllardır sürdürülen bir algı operasyonunu gözden kaçırmamalıyız. ‘Ege’nin iki yakası’, ‘suyun öte yanı’, ‘bir elmanın iki yarısı’, ’sılada kardeş olduğunu anlamak’ gibi sloganlarla sürdürülen bu operasyonun asıl amacı dostluk değil Türkiye ile küçük Akdeniz ülkesi Yunanistan’ın her bakımdan benzeştiği önkabulünü yerleştirmektir. Halbuki iki ülkeyi de ilgilendiren ortak tarihte dikkate değer başka unsurlar vardır. Ve bunu anlamak kendimizi anlamak demektir.
Kendini solda kabul eden herhangi birine 1’inci Dünya Savaşı’nın anlamını soracak olsanız hemen ‘emperyalist paylaşım savaşı’ ifadesini kullanır. ‘Peki paylaşılan neydi?’ diye sorarsanız bir kısmı ya cevap veremez ya da vermek istemez. Çok açıktır ki paylaşılmak istenen ve de büyük ölçüde paylaşılan bizim ülkemizdi. Ve bu paylaşım 1914’le değil çok daha önceden başlamıştı ve Yunanistan’ın kurulduğu 1830 tarihi bu sürecin önemli aşamalarından biridir.
İlk başta Hollanda ve İngiltere’de belirip daha sonra kan ve ateşle, sömürge savaşları ve hegemonya politikalarıyla yayılan küresel kapitalizmin 19’uncu yüzyılda Avrupa’daki hedeflerinden biri eski ve köklü büyük devletleri parçalamaktı. Bu şekilde doğrudan denetimleri altında küçük devletçikler kuruyorlardı. Türkiye bu nedenle parçalandı ve ülkemize yönelik saldırılar ırkçı, sömürgeci ve dar milliyetçi bir ideolojiyle süslendi. Bu dönemde, Doğu ve Güneydoğu Avrupa’da hemen her alt kültüre, değişik lehçesi olan her topluluğa bir ulus kimliği atfedip birbiriyle çatıştırma politikasına ‘Balkanizasyon’ denildi. Yunanistan bağımsızlığı hak ve adalet için sömürgeciliğe karşı verilen ‘ulusal kurtuluş savaşları’ ile karıştırılamaz. Tam tersine etnik milliyetçi Yunan ideolojisini yaratan ve Yunanistan’ı kuran sömürgeci kapitalizmin ta kendisidir.
Batı Avrupa’da 1820’lerde hemen her yerde Filhelenizm komiteleri kuruldu. 19’uncu yüzyıl sömürgeciliğinin Batı yayılmasını haklı göstermek için ortaya attığı ‘uygarlığın beşiği’ Yunanistan’ın savunulması şeklindeki ırkçı ve yapay teori birçoklarını inandırmıştı. Bugün Batı Avrupa’dan IŞİD’e katılmak için gidenler gibi yüzlerce Avrupalı Yunanistan’a gitti. Sadece Fransız gönüllülerden 63 kişi öldü. Liberal romantik Lord Byron ve şiddet yanlısı anarşist Blanqui de Yunanistan’a savaşa gidenler arasındaydı. Sonuçta bu destek de yetersiz kalınca İngiltere ve Fransa doğrudan müdahale etti. Sonunda Rus Çarlığı Osmanlı’ya resmen savaş ilan edince o dönemin bütün güçlerinin ittifakına karşı direnemeyen İstanbul, Yunan bağımsızlığını kabul etti.
Yunanistan’ın ileri karakol niteliğindeki bağımsızlığı hakkında bir fikir verebilmek için Batı’nın bu ülkenin başına bir kral tayin ettiğini bilmek gerek. Sonradan Belçika Kralı olan Saxonya Prensi Leopold’a bu teklif yapılmış ama Leopold buna tenezzül etmeyip onun yerine 17 yaşındaki Otton gitmiştir.
Eski Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan arta kalan Çek Cumhuriyeti ve Slovakya gibi ülkeler vardır. Bu tür ülkeler için benzeşlik, ikiz kardeşlik söylemleri belki mantıklı olabilir ama Türkiye ve Yunanistan için ‘Ege’nin iki yakasında birbirine tıpatıp benzeyen iki halk’ güzellemesi Yunan hayranlığının, yani ırkçı, sömürgeci Batı ideolojisine özenmenin bir ifadesinden başka bir şey değildir. Bir diğer amaç da halkımıza kendi kimliğini, kişiliğini, büyük devlet tarihini ve değerlerini unutturmaktır. Sıla derdine düşmüş olanlara gelince, örneğin 1960’lardan beri Avrupa’daki gurbetçiler Ecevit’in şiirinde iddia edildiği gibi bir Alman, bir İtalyan veya bir Fransız’a nazaran Yunanlıya pek de özel bir yakınlık göstermiyorlar. Algı mühendisliği ne kadar ısrarla yapılsa da halkın sağduyulu yaklaşımını ortadan kaldıramıyor.