1
Hatırlayacaksınız.
Son yazılarımızda bugün ülkemizin özellikle güneydoğusunda olup bitenleri anlamanın yüz yıl önce bu topraklarda neler olup bittiğini bilmekle mümkün olacağına dair şeyler söylemeye çalıştım.
Bir anlamda tarihin tekerrürden ibaret olduğundan bahisle; bugün vukua gelen olayların geçmişle bağı ve ilgisi olduğuna dikkat çekmeye uğraştım.
Bu bağlamda bugün Türkiye-Irak-Suriye diye isimlendirdiğimiz devletlerin yüz yıl önce aynı devlet çatısı altında bulunduğunu ve hep beraber bu devletin bekası için çaba gösterdiklerini geçmişe dair kimi anekdotlarla anlaşılır kılmaya dikkat çektim.
Ve; eğer yüz yıl önce bu topraklar etnik ve/veya dini-mezhebi bölümlemelerden azade olarak bir çatı altında beraber iseler;
Yüz yıl sonra bu bölünmüşlükten istikrar ve huzur üretemeyen toplumların yeniden bir ve bütün haline gelebilmelerinin mümkün olabileceğinden hareketle;
Bugün bölgede olup bitenler bağlamında dilimize dikkat etmemizi tarihi ve hayati önemine binaen hatırlatmak gayretinde bulundum.
2
İstanbul’da teorik bağlamda söylediklerimizi;
Hafta sonu yaptığımız Mardin seyahati nedeniyle Kızıltepe’de, Suriye sınırından 3 km. içerde Vedat Timurağaoğlu’na misafir olduğumuzda bizzat yerinde müşahede etmiş olduk.
Vedat Bey’in anlatımıyla; “Normalde bizim dilimizde ‘Suriye’ ve ‘sınır’ kelimeleri yoktur. Hani, sınırı tren yolu belirler ya, biz tren yoluna ‘hat’ deriz. Buradan hareketle tren yolunun Türkiye tarafı ‘hattın üstü’, Suriye tarafı ise ‘hattın altı’dır. Biz hattın üstüne veya altına gider geliriz. Çünkü çoğu kez maddi manialar sınır oluşturamıyor. Mesela benim babam ve amcam ve onların çocukları Türkiye’de yaşıyorlar ama iki tane amcam ve onların çocukları halen daha Suriye’de yaşamaya devam ediyorlar. Böylesine birinci derece akrabalık bağlarının arasına maddi sınırlar nasıl girebilir ki?”
3
Ezcümle; bir gün maddi sınırlar gerçekten anlamsızlaşabilir. Dayatmalar insan aklının ve vicdanının akışını engelleyemez olabilir.
Sadece Güneydoğu sınırları için de değil;
Sayın Cumhurbaşkanı’nın daha yeni gerçekleşen Sırbistan gezisini ve o gezi esnasında insanların gösterdiği teveccühü bir düşünün…
2011 yılında da benzer bir tabloyu Makedonya’da, Enver’in memleketinde de yaşamıştık. Sayın Cumhurbaşkanımızın ziyareti nedeniyle insanlarla buluşmak söz konusu olduğunda; Anadolu’daki herhangi bir şehirde gerçekleşecek mitinglerden farksız manzaralarla karşılaşmıştık.
Demem o ki; Türkiye hâlâ merkez ülkedir. Kendisi istemese de bu böyledir. Etrafındaki ülkeler ve halklar Türkiye’ye bu gözle bakmaktadır.
Öyleyse Türkiye hem bugünü hem yarını düşünerek; hem bugüne hem yarına hitap edebilecek kucaklayıcı ve kapsayıcı bir dil kullanmak mecburiyetindedir, vesselam.