1
Her ne kadar, o yıllarda ki Türkiye’nin şartları gereği, AK Parti kuruluşunda kendini tanımlamak için daha İslami bir kavram yerine ‘muhafazakâr’ tanımlamasını kullanmak mecburiyetinde kalmış olsa da, bu kavramın hem Türkiye toplumunun tamamı hem de dindarlar için, hem kadim olana atıfta bulunma, hem de mevcudu tanımlama açısından bir değeri, karşılığı bulunmaktaydı.
2
Geçtiğimiz pazar günü AK Parti yeni bir kongre yaptı. Kongre, gerek AK Parti’ye gerek Türk siyasetine yaptığı/yapacağı etkiler bakımından çeşitli değerlendirmelere tabi tutuldu haklı olarak.
Okumaları çeşitlendirmek adına; bu kongre uzun süredir ihmal ettiği ‘muhafazakârlığı’ yeniden hatırlattı AK Partililere diyebilir miyiz diye bir bakalım istedik.
Bu bakışın anahtar kavramı; yeni Genel Başkan Binali Yıldırım’ın konuşmasındaki bir cümlede gizli.
Hatırlayalım, ne demişti Yıldırım; “Artık laf üstüne laf değil, taş üstüne taş koyma zamanıdır.”
Sayın Yıldırım’ın bu cümleyi basit pratik gerekçelerden, gereksinimlerden yola çıkarak söylemiş olma ihtimali, bu tanımlamanın dünyada, İslam coğrafyasında, Osmanlı’da ve onun devamı (bakiyesi) Türkiye’de neredeyse asırlara varan bir tartışmaya işaret ettiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Modernite, modern hayat anlayışı karşısında direnme temayülü gösteren Osmanlı aydınları iki gruba ayrılmıştı meşrepleri, meslekleri, eğitimleri, eğilimleri ve ilgileri doğrultusunda.
Birinci gruba; muhafazakârlar
İkinci gruba ise; gelenekselciler diyebiliriz kısaca. Bu iki grubun temel farkları şu idi:
Gelenekselcilik söyleme dayalı bir özellik taşırken, muhafazakârlık eyleme öncelik tanıyordu.
Bu çerçevede; gelenekselciler, yeniden kadime ait hakikatin bilgisine ulaşarak, bu bilgi temelli ideal bir gelecek inşa etmenin derdine düşerken;
Muhafazakârlar, ‘ideal’ kavramının kadim dünyada bir karşılığının bile olmadığından hareketle, hayatın ertelenemeyeceği bilgisine bağlı olarak, aslolan hayattır, yani bugündür, yani elan yaşanandır; öyleyse yapmamız gereken bugüne dair iş ve işlemlerdir, ideal geleceğe dair söylemler geliştirmek yerine, bugünün ihtiyacı olan eylemlere yönelmeliyiz, diyorlardı.
Bir başka açıdan; gelenekselciler her ne kadar geleneği savunuyor olsalar da, bu savunma modernizmin içinden, modernizmin kazandırdıkları ve kavramsallaştırdıkları üzerinden bir savunmadır. Bu nedenledir ki neredeyse gelenekselcilerin tümü, moderniteyle ilişkilerini, post moderniteye vurgu yaparak ortaya koyarlar ki, moderniteyle aralarına bir mesafe koymuş olsunlar. Ancak bilinmelidir ki post modernizm, modernizimden kopuş değildir. Geriye bakıldığında, haksız yere terk edildiği kanaatine varılan kimi bilgilerin ve olguların yeniden hatırlanışına işarettir.
Muhafazakârlık ise temelde ‘hesap vermeye’ endeksli bir düşüncedir. İster aşkın olana (Allah’a) hesap verme ister halka hesap verme şeklinde olsun. İşte bu nedenledir ki, muhafazakârlar yaptıkları kadar, yapmadıklarından da hesaba çekilecekleri inancıyla ana, hayata, bugüne ait eylemlere ağırlık verirler.
3
Bu açıdan baktığımızda Ahmet Davutoğlu’nun temsil ettiği düşünceyi ‘gelenekselcilik’, Binali Yıldırım’ınkini de ‘muhafazakârlık’ olarak değerlendirmek mümkündür.
Ancak burada bir hususa dikkat etmek gerekir.
Dönemin şartları gereği, özellikle tek parti dönemlerinde dindar aileler çocuklarını daha çok teknik eğitime yönlendirdiler. Teknik eğitim alan bu dindar ailelerin çocukları mesleklerinde yetkin elemanlar olurken, din ile ilişkileri aileden ve sosyal çevreden edindikleriyle sınırlı kalmıştır. Onlar farkına varmadan hayatlarını sekülerleştirmişler; teknik alanlarda Batılı, dini konularda yerli ve hatta İslami bir tavır ortaya koymuşlardır.
Bunun en somut örneğini Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve onların çevresinde görebiliriz.
Şimdi, Binali Yıldırım’lı AK Parti’ye düşen; şartların zorlamasıyla muhafazakârlığa savrulmak değil, bir hayat görüşü, bir dünya algılaması olarak, bir yaşam modeli olarak muhafazakârlığın şartlarını yerine getirmek ve yükseltmektir.
Bu sahada elde edilecek her başarı sadece AK Parti’nin değil, Türkiye’nin değil İslam coğrafyasının ve bütün mazlum milletlerin ayağa kalkışı, onurlarını kazanışı ve kurtuluşu olabilecek derecede öneme haizdir.
Görelim Mevlam neyler
Neylerse güzel eyler.