1
Dershane meselesi, MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağırılması, MİT tırları, 17-25 Aralık derken 15 Temmuz’da ihaneti ayan beyan ortaya çıktıktan sonra; FETÖ’nün devlette ve toplumda işgal ettiği alan boşaldı.
Bu boşalma ile birlikte iki şey ortaya çıktı.
Bir: FETÖ’nün boşalttığı alanlar çok değerli ve kıymetli mütalaa edilmiş olacak ki; o boşluk şimdilerde benzer örgütlerle/cemaatlerle/tarikatlarca doldurulmaya çalışılıyor.
İki: geçmişi itibariyle; her şeye rağmen, bugün FETÖ diye isimlendirdiğimiz yapı, İslam’ın içinde bir cemaat/tarikat olarak görüldüğü için;
Bugün toplumun büyük bir kesiminin de cemaatlere/tarikatlara karşı, olumsuz yönde bir hassasiyet oluştu.
Burada bir iki hususa dikkat etmek gerektiğine dair kanaatimizi ortaya koyarsak;
Bilinir ki/bilinmelidir ki; kriz ortamlarında iyilikten çok kötülük kendisine hayat hakkı bulur.
15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasındaki FETÖ temizliği, malumu ilan kabilinden söylemek gerekirse rutin ve sıradan bir iş ve işlem olmayıp, bir krize işaret etmektedir.
Bu nedenledir ki; kötülüğün dal budak salmaması, hayatımızı esir almaması için çok dikkatli ve rikkatli hareket etmek gerekir.
Ayrıca; bugün FETÖ’nün boşluğunu doldurmaya çalışan yapılar;
Belli ki FETÖ’nün gidici olduğunu görmedikleri/inanmadıkları için, hazırlıksız yakalanmış durumdalar.
Bu nedenle söz konusu boşluk alanlarına hoyratça bir akış içindeler.
Bu durum ise; hem devletin bekası, hem Müslüman toplulukların ruh sağlığı açısından ileride tamiri imkansız tahribatlara neden olma potansiyeli taşımaktadır.
Yani; aklı selim sahipleri için arazi engebeli ve dikenli;
Yol almak ise çok zor.
2
Her ne kadar, ilmine, düşüncesine ve ferasetine büyük değer atfettiğim bir dostum onların Türklüğüne dair şüphe izhar etse de; Azerbaycan ve İran’daki Şii Türkler hariç;
Bugün yeryüzünde ne kadar Türk var ise tamamı Hanefi ve Maturidi’dir.
İmam Maturidi der ki; “… insanın ‘öyle duyduğu’ ve ‘öyle öğretildiği’ için değil de, bizzat kendisinin zihni ve fikri faaliyetinin sonucu olarak hayatında Tanrı’ya yer verip vermeyeceği ile ilgili metafiziksel bir kararın ve buna bağlı olarak ‘entelektüel bir kurumun’ olması gerekir. Aksi halde insanın, tabiatta sorumluluğunun bilincinde olmayan diğer canlılardan bir farkı kalmaz.” (Nakleden, Hanifi Özcan, Türk Düşünce Hayatında Maturidilik)
Hal böyleyken; nasıl oluyor da Türkiye Türkleri arasında ‘zihni ve fikri faaliyeti’ yani aklı inanç dünyasından kovmaya müteallik olan batınilik bu kadar itibar görüyor ve yaygınlaşabiliyor.
Her ne kadar; Selçuklu ve Osmanlı düşünce hayatına yön veren, Nizamül Mülk ile başlayan medrese sisteminde eğitimin daha çok Eşari anlayış üzere yapıldığını, Eşari’liğin de Maturidilikten daha fazla batıni/tasavvufi düşüncelere açık olduğunu biliyor olsam da;
Zihnim bir türlü berraklaşmıyor, kıt aklım bir türlü bu olguyu kavrayıp izah edemiyor.
3
O kadar ki; İmam Maturidi’ye göre; Tanrı, alemden ayrı ve aşkındır. Hiçbir zaman Tanrı aleme, alem de Tanrı’ya indirgenemez.
Hal böyleyken; neredeyse her tarikatta, kısaca ve kabaca, ‘Alem Tanrı’ya bitişiktir, Tanrı alemde içkindir’ şeklinde tarif edeceğimiz Vahdeti Vücuda bulaşmışsa;
Sözünü ettiğim çelişki ve zihin tıkaması kendini daha da çok dayatır hale geliyor.
4
Velhasıl, birincil derecede meselemiz, cemaatler arası itikadi farklılıklara takılmaktan çok;
Türkiye’nin ve dolayısıyla Müslümanların beka meselesidir.
Ancak bu karışık ve karmaşık ortamda sağlıklı bir sentez, topluca gidilecek bir yol çıkaramaz isek, işimizin zorluğu bir tarafa;
Milletin ve devletin bekasında sıkıntı yaşayabiliriz.
Derdimiz bu, o kadar.