1
“Bir düşüncenin tarihi alanı, ille de devletlerin değişmesi, ekonominin gelişimi veya savaşların çıkması gibi ölçütlerle tanımlanan bir dönem olmayabilir. (…) Biz tarihi alan derken ‘problematiğin ömrü’ diye ifade edilebilecek şeyi kastediyoruz.” (Cabiri) Eğer 15 Temmuz’u sadece bir darbe teşebbüsünü akamete uğratmak olarak tanımlarsak, hayati bir şeyi ıskalamış oluruz. 15 Temmuz 3 asrı aşkın bir süredir üzerimize gerilen demir ağların, ayaklarımıza takılan prangaların, daha doğrusu zihnimizi esir alan mantalitenin yıkılması gibi tarihi gelişmelerin yaşandığı bir gecedir.
2
Ta Karlofça’dan başlatabiliriz.
Osmanlı’nın Batı karşısında yenilmeye başlamasıyla ‘gerileme’ sürecine girmesi sonucu, zamanla daha da koyulaşan bir biçimde ‘yenilmişlik’ duygusu Osmanlı zihnini tamamıyla esir almıştır. Devam eden süreçte zaman zaman askeri galibiyetler alınmış olsa da söz konusu ‘yenilmişlik’ duygusu, yenilmişliğe sebep olan Batı’nın ‘gelişmiliği’ne olan inanç hep artarak devam etmiştir.
Batı karşısında geri kalmışlığı bir ‘problematik alan’ olarak tanımlarsak, bu alanın etkisinin günümüze kadar sürdüğünü söyleyebiliriz.
Bu süreç içinde, Osmanlı yenilgilerinin ve büyük toprak kayıplarının yanında tarihi zaferlerde kazandı.
Çanakkale destanını yazdı.
Dumlupınar, Sakarya meydan muharebelerini kazandı.
Kurtuluş Savaşı’yla yeni bir devlet inşa etti. Ancak bütün bunlar olurken o ‘problematik alan’dan çıkamadı. Batı karşısındaki yenilmişlik duygusunu zihninden söküp atamadı. Batı karşısındaki aşağılık kompleksi koyulaşarak devam etti.
3
Ta ki, 15 Temmuz akşamına kadar.
15 Temmuz gecesi tanklara kafa atan, uçaklara meydan okuyan millet;
Lisanı hal ile dedi ki:
“Ey Batı; Adaletli davranmadığın, evrensel bir hukuk üretmediğin artık ortaya çıkmıştır. Artık yaptığın hiçbir şey ‘meşruiyet’ kılıfına girmemektedir. Senin kurduğun ve bütün dünyaya dayattığın sistem zulüm üretmektedir, kan ve gözyaşı dökmektedir. Sen bir zorbasın. Bu sistemi, bu şekilde artık sürdüremezsin.” Dikkat isterim! 15 Temmuz gecesi millet silaha karşı silah kuşanarak çıkmadı sokaklara, meydanlara… Sadece insanlığıyla, sadece haklılığıyla, sadece onuruyla çıktı.
Aslında bu tarz bir ‘çıkış’ Batı mantalitesinin de dışına çıkıştı.
Esaretin karanlığından özgürlüğün aydınlığına geçişti.
4
Şimdi; en yetkilisinden en az sorumlusuna kadar hepimize düşen görev; 15 Temmuz ruhunu beslemek, desteklemek, geliştirmek, gürleştirmek ve bir hayat tarzı haline dönüştürmektir. Bu süreçte en dikkat edilmesi gereken şey; darbecileri tasfiye etmek adına yapılanların, 15 Temmuz’da ortaya çıkan diriltici ruhu lekelemesi, kirletilmemesi, geriye itilmesine sebep olmamasıdır.
Takdiri İlahi’nin ve dolayısıyla şartların önümüze çıkardığı tarihi fırsatı değerlendirememekten korkuyor olmanın dile getirdikleridir söylemeye çalıştıklarım…
15 Temmuz gecesi ortaya çıkan ‘şey’, hiç ama hiçbir şey adına feda edilemeyecek kadar değerlidir.