1
TV-Net Televizyonu’n da, Haşmet Babaoğlu, Selahattin Yusuf ve İsmail Kılıçarslan’ın birlikte yaptıkları ‘Bize Müsaade’ programının sonuncusunda, Haşmet Babaoğlu, seyirci/dinleyiciden gelen bir mesaj üzerine; “Beyaz Türkler mevzusunu gündemde tutmaya devam etmeliyiz. Bu bağlamda karşı karşıya bulunduğumuz tehlike, beyazların ülkeye ve millete verdiği zarardan öte; dindar ve muhafazakârların ve esmerlerin farkında olarak veya olmayarak beyazlaşma çalışmalarıdır” derken, önemli ve ıskalanmaması gereken bir gerçekliğin altını çiziyordu.
Fazla uzağa gitmeye gerek kalmadan, aynı akşam başka bir kanalda, Babaoğlu’nun işaret ettiği gelişmenin/tehlikenin iki önemli örneği kendini faş etmekle meşguldü.
2
Eskiden benim memleketimde (Doğu Karadeniz de, çok değil 30-40 yıl önce) evinizden her çıktığınızda, en fazla bir kilometrelik alan içinde bir öğünlük doğal mantar bulma imkânı mevcuttu. Şimdilerde neredeyse hiç çıkmıyor.
Botanikçi veya ziraatçı değilim ama bu mesele üzerinde çok düşündüm.
Kendimce vardığım sonuç şu: O güzelim nimetlerin artık yok olmasının nedeni ot, bildiğimiz ot.
Bizim çocukluğumuzda her evin en az bir-iki ineği olurdu ve inekler açık otlamayla besleniyordu.
Şimdilerde ise, nerdeyse hiç inek kalmadı. (Doğrusu yılın büyük bir kısmında köyde yaşayan insan da kalmadı.)
İklim ve doğa şartlarının da gereği olarak her tarafı ot kaplamış durumda.
Yani bir örtü gibi toprağın üstünü kaplayan ot, birçok başka bitkiyle birlikte mantarlarında kafasını güneşe uzatmasını ve büyümesini engelliyor.
Demem o ki; Türkiye’de ki ‘beyaz’lık meselesi ‘ot’tan bir mesele.
Yani, bütün ortamı işgal eden beyazlık, başka anlayışların, fikirlerin, düşüncelerin yeşermesine ve yaşamasına imkân vermiyor. Ara not: Günümüzde ki ‘beyaz’lık sadece Türklere has bir şey olmaktan çıktı, artık Kürtlerin de beyazları var.
3
Beyazlaşma örneklerine gelince;
Önce ‘Kürt’ versiyonundan başlayalım.
Dengir Mir Mehmet Fırat’ı eminim ki kamuoyu AK Parti ile tanıdı. AK Parti’den önce yerel/bölgesel bir siyasetçi olan Fırat, AK Parti’de bir dönem ‘ikinci adam’ pozisyonuna kadar yükseldi.
Sonra partisinden ayrıldı. Aktif siyaseti bıraktığını söyledi. Şimdi aynı kişi, başka bir partiden milletvekili seçilmek için müracaatta bulunmuş.
Bu vesileyle televizyon ekranındaydı.
Pirim yapmak için eski partisine saldıracak ya; bu bağlamda güncel konularda konuşurken konu ‘Başkanlık sistemi’ tartışmalarına geldiğinde; Başbakan Davutoğlu’nu kastederek; “Anlamıyorum, Başbakan, başkanlık sistemini nasıl savunacak. Başkan kendisi olmayacağına göre, onun başkanlık sistemini savunması, ben ülkeyi yönetemiyorum, onun için başkanlık sistemini istiyorum anlamına gelir” mealinde şeyler söyledi.
Bu cümleyi duyunca üzüldüm doğrusu;
“Bir insan kendisini nasıl böyle harcayabilir” diye. Ama sonradan düşününce ortada harcanacak bir şeyin olmadığı aşikâr.
Dedik ya zaten bölgesel bir figürdü.
Doğumunda kendisine ‘bey’ ismi verilmişti ama AK Parti’ye kadar bir ‘bey’lik elde edememişti.
Şimdi ‘bey’liğini beyazların ülkesine taşımak istiyor o kadar. Yoksa, çocukların bile gülüp geçeceği türden analizler ve espriler yapar mıydı?
İkinci ‘beyazlaşma kürü’ örneği bizim mahalleden; Murat Menteş.
Özellikle Gezi Olayları’ndan sonra transfer görüşmelerini hızlandıran birisi.
Şirin Payzın’ın konuğu idi o da.
Payzın bir ara lafı, Menteş’in Yeni Şafak Gazetesi’nden ayrılmasına getirerek;
“Sizin eski mahallede buralara bakan var mı?” diye sordu. Anlaşılan Menteş transfer sürecini tamamlamış. Yoksa böyle bir soruya verilecek en anlamlı cevap “ohaa!” olmalıydı. Bu kadar gerçeklerden bigâne birisinin karşısında şirinlik yapmak değil…
Şirinlikler karşılıklı olunca gerçekler güme gidiyor anlaşılan. Payzın, Menteş’in başka bir cümlesini okuyor; “Bir ülkede ne kadar çok siyaset konuşuluyorsa, o ülke o kadar kötüdür” gibi ve ilave ediyor; “ne kadar güzel bir cümle.”
Bu cümlenin, Payzın nezdinde güzel olması konjonktürel olmasından kaynaklanıyor, başka bir şey değil.
Eminim ki, iktidarda AK Parti değil de Cumhuriyet Halk Partisi olsaydı ve Menteş yine bu cümleyi kurmuş olsaydı. Payzın için böyle bir cümle ‘kötü cümle’ olacaktı. Ayrıca Menteş, süslü cümleler kurmanın şehveti içinde, eski mahallesine ve dindar camiaya saldırabilmek için siyaseti kullanırken; “Allah adının miting meydanlarında haykırılmasından” dertlenirken, kendisi nerdeyse her cümlenin başlangıcında ve bitiminde ‘Müslüman’ olduğunu haykırma ihtiyacı hissediyor.
Kendi mantığından devam edersek, Müslümanlığını tehlikede mi görüyor ki onu her fırsatta haykırıyor.
Menteş’e söylemek gerekir. “Korkma! Sen kendin ikrar etmediğin sürece eski mahallen seni tekfir etmez. Sen kendine mukayyet ol yeter.”