1
Meseleyi daha iyi anlayabilmek için; ‘Başkanlık Sistemi’ tartışmalarına ‘Tanrı’nın Birliği’nden başlamak gerekir… dediğimde; bir çoklarının ‘ne alaka’ dediğini duyar gibiyim. Olsun; biz yine de deneyelim.
2
İnsan hayatının tanımlanması ve anlamlandırılması babında ‘Tanrı’nın Birliği’ tayin edici bir role sahiptir. Çünkü; bu ‘bir’lik inancı; “metafizik zeminde tevhid, hayatta adalet olarak tezahür eder.” (İ. Fazlıoğlu)
Buradan anlaşılan o dur ki; gerek fert olarak, toplum olarak, gerekse insanların oluşturduğu yönetimler, devletler olarak… öncelikle beklenen şey; adaletin üretilmesi, işlerin adaletle görülmesidir.
Öyleyse; biz bir sisteme bakarken, irdelerken, savunurken ve/veya karşı çıkarken öncelikle onun adalet üretmeye, uygun olup olmadığına, daha fazla adaleti gözetip gözetemeyeceğine bakarız, bakmalıyız.
Yoksa hiçbir sistem, sadece adından mütevellit doğru veya yanlış, iyi veya kötü, demokratik veya antidemokratik değildir.
Böyle bir noktadan hareketle meseleye baktığımızda…
3
Bir anlayışa göre adaletin tanımı; öngörülebilirliktir.
Yani, bir sistem; insanlara, gelecekte başta emniyet (canını, malını, namusunu, neslini, özgürlüğünü koruma) duygusu olmak üzere ne kadar güvence verebiliyorsa…
Neyi nasıl yaparsa ne ile karşılaşacağına dair (hukuk) bilgileri ve öngörüleri ne kadar açık ve şeffaflıkla ortaya koyuyorsa… Özgürlüğün alanını ve sınırlarını ne kadar net tanımlayabiliyorsa… vs. o kadar adalet üretiyor/üretebilir demektir.
Şimdi, bakmak gerekir; sultanlık mı, monarşi mi, parlamenter sistem mi, başkanlık mı?; daha fazla adalet üretmeye uygundur, muktedirdir.
İnsanoğlunun uzak ve yakın tecrübelerine bakıldığında ve kişisel istidlallerin sonucu rahatlıkla diyebiliriz ki; ‘Başkanlık Sistemi’, ‘Parlamenter Sistem’den daha fazla adalet üretmeye ehildir, yeter ki bütün unsurları ve uzuvları öncelikle adalet üretmenin esas alındığı bir anlayışla oluşturulsun.