1
Türkiye’nin son yıllarda, hatta son günlerde yaptığı sureta dünya ölçeğinde görülmesine rağmen kendisi için ve kendine dair uygulamaları (dış politika mı deniyor ona?) kimi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anlamalarının ve içselleştirmelerinin mümkün olmadığını/olamayacağını biliyorum.
Kuşkusuz bu ‘bilgi’nin bir arka planı var.
Şöyle ki;
Dün; milletin canı, kanı, malı velhasıl bütün varlığı pahasına verdiği kurtuluş mücadelesinin sonuçları dönüştürülerek kurulan cumhuriyet;
Geçmişine dair ne varsa reddederek, yok sayarak (oysa millet kurtuluş savaşını kadim değerlerden aldığı güçle vermişti) yeni bir nesil ‘yaratmaya’ çalıştı.
Bir anlamda da başarılı oldu.
2
Değerli dostum Cengiz Aydoğdu Cumhuriyet’i bir ‘icbar’ olarak, yani mecburen kabullenilecek bir olgu olarak görüyor… (Sağlam Yerin Tamiri, C. Aydoğdu, İşaret Yayınları)
Doğrusu, tarihi kader tahtında 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın yapılmasında, Cumhuriyet’in kuruluşu ve sonrasında mücbir sebepler vardır.
Ancak mesele bundan ibaret değildir.
Nasıl ki bugün; etkili yerlerde bulunan bir kısım zevat Türkiye’nin ABD’ye kafa tutmasını, Rusya’ya rağmen bir takım faaliyetler icra etmesini, Avrupa’nın ağzına bakmıyor oluşunu dünyayı tanımamak, olupbiteni anlamamak ve dolayısıyla aptallık olarak görüyor ise;
Ve bu tavırlarını haklılaştırmak adına demokrasi, hukukun üstünlüğü, çağdaşlık, evrenselcilik, küreselcilik vs. gibi, sanki ‘bugün için indirilmiş birer ayet hükmünde’ gördüğü kavramları kendine mesnet kılıyor ise…
Başta Mustafa Kemal olmak üzere Kurtuluş Savaşı’nı dönüştüren zevat da batılı ‘gibi’ olma hevesine kapılmış, yeni dünyada yer alabilmeyi maziyi unutma şartına bağlamış;
Modern, çağdaş, dünyaya (batıya) entegre olmaya çalışan kişilerdi.
Gerçi; onların batıcılığı zahiri bir perestlikti, meselenin künhüne, derinine vakıf olamadıkları için hiçbir zaman batılı olamadılar, kendilerine de yabancılaştılar yani ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildiler.
Onların ‘batılılaşması çoğu kimsenin sandığının aksine, Batı’yı tanımaya değil; tam tersine kendine yabancılaşmaya neden olan’ bir eğilimdi.
Sadece kendileri ‘yabancılaşsa’ iyiydi, toplumu da gittikleri yoldan gelmeye zorladılar.
Yani bu yola giriş bir ‘mecburiyet’ değil, bir ‘tercih’ti. (Gerçi, bu ‘tercih’in tarihi arka planı uzun ve meşakkatli araştırmaların ve tartışmaların konusudur da, o bahsi diğer)
3
Cengiz Aydoğdu’nun da yeni kitabında sık sık vurguladığı gibi;
Türkiye bugün zor ama hayati bir şeyi denemekte;
Hatırlamaya çalışmakta.
İnsan olmayı, ferd (şahsiyet) olmayı, mümin olmayı, millet olmayı, devlet olmayı… ve bunların şartlarını, gereklerini… (derken; bu cümleyi o kadar büyütebiliriz ki ciltler dolusu kitap olabilir. Ancak anlayanlar anlayacaktır/anlamıştır.)
Daha da önemlisi Türkiye uzun yılardan sonra ilk defa, kendisi, kendi hikayesini yazmaya çalışıyor…
Olası Afrin ve Menbiç operasyonlarına bir de bu zaviyeden bakmak gerekmez mi? sorusunu sormak içindi yukarıda yazılanlar.
Bugün ‘büyük bir gürültü’ içinde olduğumuz söylenebilir, çok haklı olarak, acaba bu gürültüye bitişik, onun içinde alttan alta hükmünü icra eden ‘büyük bir sessizlik’ de var mıdır?
Sahiden gönül huzuruyla; Türkiye artık ‘kendi gökyüzüne’ bakıyor diyebiliyor/diyebilecek miyiz?