(ikidir, Diyarbakırlı Kürt dostumun gözüyle bölgeye bakmaya, olup biteni anlamaya çalıştık)
1
“Bölgede bu gelişmeler olurken Ak Parti ne yaptı, Ak Parti’nin oyları niçin düştü diye sormamız gerekir değil mi?” diye devam etti dostum.
“Peşinen teslim etmeliyiz ki, ‘çözüm süreci’ yüzyılın projesiydi. Türkiye’nin istiklalinin ve bağımsızlığının teminine yönelik; bölgenin kaderini değiştirmeye matut büyük bir projeydi ‘çözüm süreci’.
Hakkında çok şey söylendi. Tekrara düşme pahasına şu kadarını söylemek gerekir.
Silah PKK’nın elinde olduğuna göre ‘silahların bırakılması’nı PKK ile görüşmeye eyvallah.
Ama çözüm masasında devletin karşısında sadece PKK ve bileşenlerinin yer alması büyük bir hata idi: Masanın mutlaka çoğulculaştırılması gerekiyordu. PKK ve bileşenlerinin haricindeki siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, büyük aşiretlerin temsilcileri, korucular özellikle ve özellikle dindar halkın temsilcileri rolündeki din adamları, medrese hocaları, kanaat önderleri mutlaka masada ki yerlerini almalıydı.
İktidar bu konuda ki uyarıları da duymazdan geldi sanki.
Mesela, Diyarbakır’da sivil toplum örgütleriyle yapılan bir toplantıda bu husus iktidar yetkililerine açık açık söylendi. Toplantıya Diyarbakır’da ki bütün STK’lar davet edilmişti. Onların içinde PKK sempazitanı olan örgütlerde bulunmaktaydı. Hükümet yetkililerine en ağır eleştirilerini yönelttikten sonra, aynı saatlerde yapılan KCK toplantısına yetişmek üzere kalkıp gittiler.
Onların gidişinden sonra yetkililere dendi ki; bu gidenler var ya, onların çıkarları sizinle beraber, ancak gönülleri ve kılıçları başkasının yanında. (Rivayet o ki; adamları Hz. Hüseyin’e gelmişler ve falancaların gönlü sizden yana demişler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin; ‘onların gönülleri bizden yana olabilir, ama güçleri ve kılıçları Yezid’in yanında)
Kaldı ki; bu tür toplantılarda PKK dışı unsurların açıkça konuşması zordur, imkansızdır. İhbar edileceğinden ve öldürüleceğinden korkar. Bu arada iktidar, haklı olarak, çözüm sürecine zarar gelmesin diye bölgede kimi olup-bitenleri göremedi veya görmezden geldi. Süreç boyunca PKK’nın alan genişletme ve tahkim çalışmalarının yanında, Suriye-İran-Almanya üzerinden temin ettiği imkanlarla içerde silahlanmaya devam etti’’
2
Gelinen noktada.
Türkiye bu şartlarda, 1 Kasım da yeniden seçimlere gidecek. Baştan beri anlattığımız projelerin boşa çıkması ve Türkiye üzerinde gerçekleştirilmek istenen ameliyatın önlenebilmesi için Ak Parti’nin yeniden tek başına iktidar olması gerekiyor. Bu sütunlarda daha önce de belirttiğimiz gibi, sadece milliyetçi oylardan geri alınacak %1-2’lik pay tek başına iktidar için yetmez/yetmeyebilir. Hiç değilse bir kısım Kürtlerin oylarının da alınması gerekiyor.
Acaba, dostum, bu konuda ne düşünüyordu?
“Halk öncelikle Ak Parti’de kendisinin ve düşüncelerinin karşılığını görmek istiyor. Bu konuda kurumsal olarak bir problem yok, unsurlar açısından sıkıntılar var. Halkın, Ak Parti’nin kuruluşunda yüklendiği ve bugüne getirmeye çalıştığı misyona karşı bir şikayeti yok, ama Ak Parti’yi bölgede temsil eden unsurlara; milletvekillerine, teşkilata, bürokratlara derin bir itirazı var.
Önümüzde, bu ‘unsurlar’ alanında köklü iyileştirmeler yapılabilecek fırsat ve imkanlar mevcut.
Yapılacak Genel Kurul da parti MKYK’sında ve MYK’sında en az toplumdaki temsiliyet oranında Kürtler yer almalıdır.
Milletvekili listelerine gelince, biz (yani mahalle, yani dindarlar) orada davanın temsilcilerini görmek isteriz.
‘Dava’ tabi ki çok önemlidir, belirleyicidir. Ama ‘dava’ sadece söylemde kalıp ‘temsil’e yansımaz ise bu samimiyetsizlik olarak algılanacaktır ve sonuç değişmeyecektir.
Aday tespitinde, özellikle ‘büyük aile’ gibi bölgemizde artık karşılığı ve anlamı kalmamış anlayışlar terk edilmelidir. (Bir kez daha vurgulama pahasına: O tür ailelerin çıkarları bizden, kalpleri ve kılıçları örgütten yanadır.) Bu nedenle; sevilen, düzgün, değerlerimize bağlı, dava ruhuna sahip ve ortak geçmişimizden mücadele ederek gelen, sahada çalışıp mücadele edecek isimler belirlenmelidir.
1 Kasım’da, geçmişte olduğu gibi Ak Parti, kendi belirlediği gündemin arkasından gitmelidir.
Seçime giderken topluma yeni bir Hikaye sunulmalıdır.
Kürt sorununu, Alevi sorununu, Din sorununu niçin ve nasıl çözeceğimizi; hak ve özgürlükleri nasıl ve hangi sınıra kadar genişleteceğimizi; kamu düzen ve güvenliğini nasıl sağlayacağımızı , özgürlük-güvenlik dengesini nasıl kuracağımızı, ekonomik refahı, nasıl artıracağımızı, refahı toplum tabanına nasıl genişleterek yansıtacağımızı, geniş coğrafyamızda akan kanın nasıl durdurulacağını, barış ve ittifakları nasıl oluşturacağımıza dair iddia ve çözümlerimizi, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde oynanan oyunların neler olduğunu ve bunlarla nasıl mücadele edeceğimizi somut ve anlaşılabilir bir şekilde, günün diline uygun bir üslupla anlatan bir HİKAYEMİZ olmalı bizim.
Hikayemiz, insanımızın özellikle genç kuşakların geleceğe dair kaygılarını gideren, gelecek tasavvurlarının inşasını sağlayacak bir HİKAYE olmalı.
Önümüzde ki seçim sürecinde, Ak Parti’nin sahadaki unsurları böyle büyük bir hikayenin taşıyıcısı ve aktarıcısı olmak gibi tarihi bir rolü ıskalayarak mazeret sıralamasına kalkışmamalıdır. Çünkü, bir toplulukta ‘mazur görme’ oranı ne kadar yükselirse, tercihte bulunma imkanı o kadar zorlaşır. Özellikle bölgede, aday tercihlerinde, ‘dava’ya gerekli ihtimam ve özen gösterilmez ise Ak Parti’de, ne yazık ki, bilerek ya da bilmeyerek bölgenin ‘İslamsızlaştırılmasına’ katkıda bulunmuş olur. ‘Dava’ demişken; bir hususu da gözden uzak tutmamamız gerekir: Ne yazık ki geçmişin dava adamlarının bir kısmı iflah olmaz bir koformizme saplanmış bulunmaktadır. Bu konformizm insanımızı çürütmektedir/çürütmüştür.
Ak Parti bölgede aday tespitinde bulunurken, bu çürümüşlüğe bulaşmış olanları da ayıklamak, ayrı ve uzak tutmak gibi bir zorlukla karşı karşıyadır.”
3
Dostumun anlattıkları bu kadarla da sınırlı değildi; ben kendimce özet yapmaya çalıştım bir görevi ifa etme sorumluluğuyla. Umarım Ak Parti’de önemli kararların verileceği bugünlerde bizim söylediklerimizin, meselenin anlaşılması ve çözülmesine dair bir mum ışığı mesabasında katkısı olur. Söylenen hiçbir şey ila nihaye boşlukta asılı kalmayıp, mutlaka bir muhatabına ulaşır temennisiyle…