1- Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Düveli Muazzama Osmanlı’ya Sevr’i dayatmalarına rağmen Anadolu’da Kuvayı Milliye’nin başarılar elde etmesi karşısında, Sevr’i biraz yumuşatarak, elini eteğini toplamak, ambalajını daha kabul edilebilir hale sokmak üzere bu kez Londra’da yeni bir konferans toplamaya karar verirler.
Ancak, galip devletlerin bir şartı vardır
Osmanlılara karşı; bu konferansa katılacak heyetin içinde Ankara’nın da temsilcilerinin bulunması gibi…
Velhasıl İstanbul ve Ankara tek bir heyet kurmayı başaramayınca iki ayrı heyet halinde Londra’ya gider.
Doğrusu bu durum müstevlilerin çok hoşuna gider ve meseleyi iki ayrı heyetin varlığı üzerinden sürdürerek, daha doğrusu onları çatıştırarak her iki heyeti de elleri boş göndermenin derdine düşer.
Bunu gören İstanbul heyetinin başkanı ve sadrazamı Tevfik Paşa bir oturumda; “Sözü Bekir Sami Bey’e (Ankara heyetinin başkanı) terk ediyorum” deyince emelleri suya düşer.
2- Ne ilgisi var diyebilirsiniz ama demeyin.
Geçen yazımda, ‘çok bilgiden mütevellit derin bilinç nedeniyle oluşan sarhoşluk’tan bahsetmiştim.
Oysa bilginin sahibini ulaştıracağı nokta bilgelik olmalı değil mi?
Doğru da; eğer temellük ettiğimiz bilginin çokluğu ile yani okuduğumuz ve yazdığımız kitapların ve/veya sahifelerin adediyle övünür ve bunlara karşılık gelecek taleplerde bulunmaya başlamış isek bu bilgelik değil sarhoşluktur.
Denir ki; bilgelik; kütüphaneler dolusu kitabı okuyup, sahifeler dolusu yazdıktan sonra bütün kitapları nehre atmaktır, atabilecek hale gelmektir…
Ayrıca, sarhoşluk geçici bir haldir, bilgelik ise bir nevi ölümsüzlük halidir.
Bilmem anlatabildim mi?