Sibel Eraslan, aklıyla kalbinin bağını hiç koparmayan bir isim. Konjonktüre esir olmaksızın, gündelik siyaseti kendi farkıyla yorumlayan bir kalem. Onun harfleri, aşkın bir duygu ve vicdan dilinin harmanıyla satırlara yerleşiyor. Bulunduğu yer, ya adaletin, ya merhametin, ya diğergamlığın kalesi oluyor. Reel siyaset, gündelik gerçeklik, onun adalet anlayışını, gönül dünyasını, hasbi tutumlarını aşındırıyorsa, gündelik olandan vazgeçerek vicdan merkezli kozasına çekilmeyi tercih ediyor.
Onunla olan dildaşlığımız ne dünle, ne bugünle, ne medyatik, ne siyasi, ne kamusal alanla sınırlı. Uzun bir yolun önlü-arkalı yolcularıyız; biz kardeşiz, o abla…
Dün Star gazetesinde 'Yeni Türkiye'yi yeni sahiplerine bırakmak' başlıklı bir yazı yayımladı Sibel Eraslan. Yazının son bölümü şöyle;
‘Yeni Türkiye’de siyasetin yolu, kompetanlığın ve pragmatizmin yanı sıra, değerler dünyasından geçecek mi? Gönlü, vicdanı, emeği ciddiye alacak mı mesela yeni siyaset, emin değilim. Ben bir miadın dolduğunu düşünüyorum. Siyasete misyon ve değerler anlamı yükleyerek onu dava kılan bizim orta kuşağın miadı doldu. Siyasetin kutsaldan kopuşu, belki de normalleşmedir. Ama misyon ve değerler manzumesi olmasa da sözgelimi en azından kurallara uygunluk gibi kaidelere ihtiyaç hep olacaktır.’
Sibel Eraslan, gönlü, vicdanı, emeği ciddiye alacak bir siyasetten ümidini kestiğini ve söz ettiği orta kuşağın miadının dolduğunu söylüyorsa, bunu, ‘kutsaldan kopuş’ ve ‘normalleşme’ bağlamında tahlil etmemiz gerek.
Kutsaldan kopmak ifadesi, ‘kutsal’ addedilerek yürünmüş bir yolun, ‘kutsal olmayana’ alternatif ya da ona karşı yüründüğü kabulünü de mündemiç aslında.
Nitekim seküler sistemin dayatmaları, modernitenin istilası ve değer yoksunu positivist dünya görüşünün baskıları, Türkiye siyasetinde ‘dava’ bilinciyle şekillenen bir hareketi ortaya çıkardı yıllar önce. Ve Eraslan’ın sözünü ettiği orta kuşak bunun asıl emektarlığını yaptı.
Fakat, ‘dava’ adı verilen bu yolun ila-nihaye ana yola ‘alternatif’ olarak kalması, davanın ruhuna tersti. Çünkü davanın nihai hedefi, kendisi ana yol haline gelmekti. Siyasi başarı kriteri üzerinden konuşacak olursak ‘dava’ adı verilen o yol, bugün artık alternatif olanı değil, anayolu temsil ediyor. Davanın anayol oluşu, -iyi anlamda- bir normalleşmeyi de beraberinde getirmeli aslında.
‘Dava’ kelimesini, bir siyasal duruşun altını çizmek için kullanmak yerine hayatın tümüne tahvil ederek, kullanmamayı tercih etmek de mümkün aslında. Ve bu her zaman kutsaldan kopuş anlamına gelmeyebilir. Bu normalleşme belki aynı zamanda bundan sonra bu yolda yapılan hataların da, ‘dava’nın özüne fatura edilmesinin önüne de geçebilir.
Kuşkusuz ‘normalleşme’yi, kompetanlığa ve pragmatizme kurban edilmemiş, vicdan, ahlak, adalet gibi değerlerle kaim kılınmış bir siyasal duruş kastıyla bu kadar rahat kullanıyorum.
Hem böylece Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye’den farkı, değer merkezli bir siyasal duruşun profesyonelleşmesi olur. Belki de, bu değer ve ilke merkezli Yeni Türkiye sistemik olarak yerleştiğinde, ona Yeni Türkiye değil, sadece Türkiye demek gerekir.
Ve bu süreç, orta kuşağın dirayet, basiret ve emektarlık tecrübesine muhtaç. Aksine, miadı dolmak yerine bu sürece nezaret etmesi gerekiyor ki, Yeni Türkiye pragmatizme teslim olmasın.
Zaten orta ya da yeni hepimizin ‘taraf’ olduğu, ahlak, vicdan ve değer merkezli Yeni Türkiye değil mi? Hiçbirimiz kişisel çıkarların çekiştiği bir Yeni Türkiye’nin taraftarı olamayız, olmamalıyız