Türkiye çok yönlü bir değişim ve dönüşümden geçiyor. Bazı değişiklikler, adeta araba yolda 90 kilometre hızla giderken aksam değiştirircesine mevcut şartların gölgesinde yapılıyor. Bazıları ise, dört başı mamur, stratejik hesaplamalar, ilkesel bakış açıları, kılı kırk yaran analitik yaklaşımlarla… Millet olarak kültürel alışkanlıklarımız, metodoloji odaklı iş yapmaktan biraz uzak. Gündelik hayatımızda dahi çoğu zaman kervan yolda düzülür mantığıyla iş tutmayı seviyoruz. Enerjimizi hesaplanmamış riskler vuku bulduğunda gereksiz yere harcıyoruz. Oysa metotlu bir akıl, enerjisini daha yolun başındayken muhtemel riskler için tedbir almak üzere harcar ve sağlam yol haritasıyla çıktığı yolda daha kârlı sonuçlar elde eder.
Türkiye hali hazırda bir yandan anayasa değişikliği gibi son derece önemli bir gündemle uğraşırken, bir yandan da yine çok önemli bir başka konuyla meşgul. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, dün dumanı henüz üzerinde bir müfredat açıklaması yaptı. Taslak müfredatın mahiyetini henüz görmüş değiliz. Fakat evvel emirde, Sayın Bakan’ın taslağı bir ay süre zarfında tartışmaya, kritiğe açmış olması, son derece önemli. Demokratik değişim için bir fırsat. Eğitim meselesine kafa yoran herkesi sürecin paydaşı kılacak bu strateji, en hayati meselemiz olan insan yetiştirme düzeninin ortak akılla yeniden planlaması adına çok mühim.
AK Parti iktidarının eğitime büyük yatırımları oldu. 14 yıl boyunca eğitime her zaman bütçeden önemli bir pay ayrıldı, okullaşma oranı çok büyük oranlarda arttı, sınıf mevcutları düşürüldü. Okulların fiziksel şartları iyileştirildi. Teknoloji eğitimin hizmetine sunuldu. Fakat müfredat reformu ve eğitimin mahiyet olarak 21. yy. şartlarına uyarlanması konusunda ne yazık ki atılması gereken adımlar atılmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde kültür-sanat ve eğitim konusunda gerekli adımların atılamamasını, ülkenin beka sorunlarına odaklanma zaruretine bağlamıştı. Bu elbette kaydadeğer, önemli bir gerekçe. Fakat eğitim, ülkenin beka sorununu da hafifletip, dönüştürecek bir konu aynı zamanda. Bu nedenle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredat meselesine eğilmiş olması, gecikmiş ama son derece gerekli ve hayati bir adım oldu.
Hem demokratik içerikten mahrum müfredatlar nedeniyle, hem de değişen dünya şartlarına uygun eğitim perspektifi ihtiyacı nedeniyle… Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda eğitim sisteminin artık bilgiyi kullanabilen, yorumlayıp, sentezleyebilen insan ihtiyacı açık bir gerçek.
20. yy’da eğitim sistemleri, ulus-devlet bilinci ile donatılmış makbul vatandaşlar yetiştirmek üzere kurgulanmıştı. Oysa 21. yy.’ın eğitim kurumları, yeni ihtiyaçlara uygun planlanmalı. Daha önce ‘Dünya vatandaşı yetiştirmek’ başlıklı bir yazımda bu ihtiyacın mahiyetinden bahsetmiş, dünya vatandaşı yetiştirmenin de küreselliğin yüzeyselliğine teslim olmaması gerektiğine vurgu yapmıştım.
Okulun iki temel işlevi var. Birincisi, merhamet, adalet, sevgi, saygı gibi temel değerlerle donatılmış ‘insan’ yetiştirmek, ikincisi, mesleki bilgi ve beceriyle kuşatılmış profesyoneller yetiştirmek. Yani, başarılı ama aynı zamanda merhametli doktorlar, dirayetli ve muktedir ama aynı zamanda adaletli hakimler ya da kibirli olmayan vakur sanatçılar, bağnaz olmayan sağlam inanç sahibi karakterli insanlar yetiştirmek gibi...
Eğitim meselesi, çok boyutlu, belki de günlerce tartışacağımız bir konu. ‘Yeni müfredat’, eğitime dair pek çok alt başlığı ele almak için de bir fırsat. Umarız ki, bu adım, ilke merkezli, çoğulcu ve demokratik talepleri karşılayacak, dört başı mamur, metotlu bir akılla pratiğe aktarılır da, Türkiye beka sorunu dahil tüm meselelerine daha esaslı çözümler üretebilir.