- Bir seyahat notu-
‘Düşünüyorum da ne kadar küçük bir alan kaplıyorum. Hakkında hiçbir şey bilmediğim ve benim hakkımda hiçbir şey bilmeyen uzayın sonsuzluğu ve sınırsızlığında kaybolup gitmişim. Bir korku sarıyor beni. Orada değil de burada olduğumu görmek beni şaşırtıyor. Orada değil de burada olmam için, o zamanda değil de şimdide yaşıyor olmam için hiçbir neden yok. Kim koydu beni buraya?’
Bu sözler Pascal’ın, varlığını çözümleme çabasının ürünü…
Başımızı bir uçağın, bir trenin, bir otobüsün camına dayadığımızda, bu ve buna benzer düşünceler belki birçoğumuzun aklına geliyor. Pusulası olanlar için çıkış yolları belliyken, olmayanlar için her yer bir belirsizlik deryası…
Kur’an-ı Kerim, inananlarına şöyle bir pusula veriyor; ‘O, yeryüzünü yaşanması kolay bir yer yapmıştır; öyleyse onun her tarafını dolaşın ve Allah’ın verdiği rızıktan pay almaya çalışın; ama, hiçbir an aklınızdan çıkarmayın ki, yine O’na döneceksiniz. (Mülk Suresi)
Doğu ile Batı’nın seyahat düşüncesi de, bu tür farklı bakışlarla çeşitleniyor. Nitekim, Batılı için seyahat, aynasında kendi özgünlüğünü sorgulayabildiği, ötekiliğin inşa edildiği bir eylemken, bir Müslüman için, ötekiyle kurulan ilişkiden çok aynılık inşa etme fikri etrafında şekilleniyor. Bu düşünce, hem dini, hem siyasi, hem coğrafi birliği teşvik ediyor.
Limanlar, rıhtımlar, tren istasyonları, havalimanları, otel odaları hayatın rutin akışını bozan ve bizi bu tür konuları düşünmeye sevk eden mekanlar. Bu nedenle, her yolculuk yeni düşüncelere gebe... Baharla beraber yolculuklarımız arttı, yeni düşünceler de doğmayı bekliyor…
Bir karayolu yolculuğunda, nice anlara şahitlik ediyoruz. Kerpiç bir evin önünde uyuklayan bir adamın başının aniden düşüşüne, bir çocuğun topa vuruşuna, bir kadının bardağa çay koyuşuna müşahit oluruz. Fakat o anların bağlamlarından habersiziz. Vurulan topun nereye gittiğini, adamın uykusunun bölünüp bölünmediğini bilmiyoruz. Pencerenin çerçevelediği anlık imgeler, bizi farklı düşüncelere sevk ediyor. Bu yönüyle seyahat, şiirsel bir iş…
Seyyah ise, her zaman ayrıcalıklı biri... Nice bilinmez tatları tadıyor, nice farklı notaya kulağını kiralıyor. Çölleri aşmış, buzulların üstünde dolaşmış, balta girmemiş ormanlarda gezmiş bir kişi, dünyada çok az insanın yaşadığı tecrübeyi yaşıyor. Seyahat, zekayı kıvraklaştırıyor, akli melekeleri keskinleştiriyor, bedeni kuvvetlendiriyor. Bu yönüyle de bir bilgelik işi…
Batı literatüründe seyahat konusu ilgi çekici bilgiler sunuyor bize. Mesela; Batılıların 16.yy’da yaygınlaşmaya başlayan seyahatname literatürünü karıştırdığımızda, seyahate çıkmadan önce yapılması gerekenler listesinde şu bilgilerle karşılaşıyoruz; - para kaynağının ya da bir himayenin bulunması, - miras paylaşımına dair vasiyetname hazırlığı, - amaç ve araçları doğrultusunda tarih, edebiyat ve kozmografya bilgisine vakıf olmak...
Seyahat fikri, Batı literatürüne birçok atasözü de sokuyor; ‘seyyah çok uzağı görebilmek için şahit gözüne, fısıltıyı duymak için eşek kulağına, eğlencede her an gülebilmek için maymun suratına, ne konulursa yemek için yaban domuzu midesine, zorluklara sabredebilmek için ağzına kadar dolu keseye sahip olmak’ gibi ilginç atasözlerine rastlıyoruz.
19.yy’da Batı’da seyahatlerin arttığı, demiryolu ve buharlı gemiler sayesinde seyyahların da çoğaldığı bilinir. Artık insanın toplumsal ilişkilere bakışı da değişmiştir. Bir insanla özdeşlik kurma duygusu, aynı toplumda yaşayanlar arasında değil, farklı toplumlar arasında da söz konusu hale gelmiştir.
Bakalım bir sonraki seyahat, hangi şiirlere gebe…