Türkiye’de siyaset teorik olarak da, pratik olarak da yeni bir döneme girdi. Bu, kültür sanat yaklaşımının da yeni bir döneme girdiğine işaret kabul edilebilir. Kültür-sanat alanının, Türkiye’nin son 15 yıllık ilerleme ivmesinin gerisinde kaldığı hep konuşulan, siyasi iktidarın da özeleştiri yaptığı bir konu.
Kültür-sanatın ilgi bekleyen birçok alt başlığı var. Biri diğerinden önemsiz değil. Her birinin soğukkanlı biçimde ele alınması gerekiyor. Fakat hükümetin diğer icrai alanlarının da birlikte hareket etmesini gerektiren acil bir konu var ki, o da şehirlerin kimlik ve estetik sorunları. Yaşadığınız şehirlere gündelik yaşam telaşından öte bir zaviyeden bakabiliyorsanız, can sıkan, ruh karartan manzaralarla karşılaşıyorsunuz.
Köyden kente göçün arttığı süreçlerde, köy yaşamının doğallığını ve şehir yaşamının rafineliğini tahrip eden bir kasabalılık hali yayılabiliyor. Çehresi değişen şehirlerde yeni sosyolojik durumlar, tavır ve davranışlar zuhur ediyor. Bu meselenin bir boyutu. Diğer boyutu ise, fiziki sorunlar...
Şehirlere hançer gibi saplanan yüksek katlı binalar, tarihi eserlerin silüetini bozan yapılaşmalar, kötü restorasyonlar, yeşil alanların azalması ve daha nice sebep… Kentsel dönüşüme giren ve şehrin restorasyonu için aslında bir fırsat, bir vesile olan yeni yapılaşmalar, mahalleleri ya bir site yeksesaklığına mahkum ediliyor. Ya da birbiriyle uyumsuz, biri diğerini gözetmeden yapılmış ve 30-40 tahammül etmek zorunda kalacağımız çeşit çeşit, renk renk binalar mantar gibi çoğalıyor. Bu sakil yapılaşma içinde öyle ki bahçe peyzajları dahi beton arası yeşil kıvamında. Sözümona bahçeye ayrılmış alanlar, çoğunlukla sentetik bir yeşilliğe ya da çocuk parkı, spor sahası gibi fonksiyonlara tahsis ediliyor. Gözü dinlendirecek, ruhu onaracak yeşil şehirlerden hızla çekiliyor.
Şehirler, her ne kadar sabah erkenden evinden çıkıp işine gitmenin telaşındaki insanlar, vızır vızır işleyen trafikten ibaret gibi görünse de, aslında her yanımızı saran bir ruh. Ve şehirlerimizin ruhunu dinlediğinizde gayet ağırlaşmış olduğunu hissediyorsunuz. Bu nedenle, mesele kısa vadeli populist kazançlara indirgenmeden psikolojisi ve sosyolojisi ile bir bütün olarak değerlendirilmeli ve acil çözümler geliştirilmeli.
Bu bağlamda ivedikle estetik şehir komisyonları kurularak, şehirlerimiz mimari, tarihi, estetik açıdan yoğun bakıma alınmalı. Bu komisyonlar yerel yönetimlerin gündelik yaklaşımlarının üzerinde, bağımsız, tesir gücü yüksek manevi yaptırımlarla çalışmalı. Komisyonlar, rant ilişkilerinin uzağında, gerçek estetik ve kültürel değerlerle mücehhez kültür profesyonellerinden oluşmalı. Mevcut sorunların giderilmesi, yenilerinin önünün alınması gayretiyle ve bir yoğum bakım hassasiyetiyle işlemeli. Yeni standartlar belirlenmeli.
Türkiye artık yeni bir klasmanda. Bu standardın ise incelikli şartları var. Bunun hakkını vermek için, altyapı-üstyapı yatırımlarını geride bırakmış daha rafine yaklaşımlar, politikalar gerekiyor. 2019’un seçim takvimine yönelik değil, 2023’e, Cumhuriyet’in 100. yılına her yönüyle güçlü bir Türkiye motivasyonuyla büyük bir adım atılmalı. Bu adım atılmazsa, şehirlerimizin yarını bugününden iyi olmayacak. Şehirlerin ruhuyla birlikte şehrin sakinleri de ruhunu kimliksizliğe, zevksizliğe teslim etmiş olacak.