İkindi vakti bir meydan mitingi, akabinde iftar buluşması... Cumhurbaşkanı adayı Başbakan Erdoğan’ın rutin ramazan programı böyle geçiyor. Bu rutinin Adana ayağına biz de katıldık, milli irade ile olan buluşmaya şahitlik ettik. Kürsüde Başbakan, meydanda onbinler... 30 derecenin üzerinde sıcak bir havada insanları meydana toplayan duygu nedir diye düşünüyor insan. Üstelik artık televizyonlardan da yayınlanan konuşmaları rahat koltuklarında izleme imkanı varken... Meydana tepeden baktığınızda adı yalnızca bir topluluk. Fakat aralarına karıştığınızda, tek tek yüzlere odaklandığınızda, sarı saçlı, yemenili, yeşil bluzlu, takım elbiseli, fularlı kadın ve erkekler... Ve her biri farklı bir duyguyla orada. Belki vefa duygusu, şehrine gelmiş bu ‘hizmet adamı’na bigâne kalmamak, belki ‘oradaydım’ demek, belki torunlara bırakılacak bir hatıra, belki ‘halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı’ ile aynı fotoğraf karesine girebilme ihtimali... Fakat onbinleri meydana taşıyan, bunlardan öte bir şey... Milli irade canlı bir organizma. Bu miting sırasında daha net görülüyor. Başbakan’la halk arasında toplu tezahüratların, sloganların ötesine geçen sahici bir ilişki var. Başbakan, ceketini çıkarmak için onbinlerden izin istiyor mesela. Ya da kalabalıklar arasında sıkışıp ağlamakta olan bir çocuğu farkedip oradan çıkarılmasını işaret ediyor, tansiyonu düşen bir kadına sağlık görevlilerini seferber ediyor. Bu doğal ilişkinin karşılığı da aynı biçimde doğal. Başbakan kürsüdeyken, bir kadın kalabalıklar içinde olduğunu unutarak olanca gücüyle ‘Başbakanııım’ diye sesleniyor. Kadının sesi meydanda yankılanıyor. Ya da bir erkek elindeki tesbihini gönderiyor kürsüye. O an verebileceği tek şey o. Adana ağzıyla ‘Allah’ına kurban’ seslenişleri ya da Emine Hanım’a sesini duyurmak isteyenler... İşte milli iradenin farklı renkleri, sesleri, mücessem hali...
Ve bu gerçek ilişki her gün, farklı şehirlerde yaşanıyor.
* * *
Adana mitinginin ardından Ankara’ya dönüş yolundayız. Bir grup gazeteci Başbakan’la uçakta sohbet etme imkanı buluyoruz. Kısa bir gündem değerlendirmesinden sonra sohbet ilginç bir noktaya geliyor. Cumhurbaşkanı seçildiğinde Çankaya yerine Başbakanlık olarak yaptırılan yeni binaya geçerek orayı adeta ‘Başkanlık Sarayı’na dönüştürüp dönüştürmeyeceği soruluyor.
Cumhurbaşkanı adayı Başbakan şöyle cevap veriyor; “Bizim o binayı neden yaptırdığımız malum. Yaklaşık 11,5 yıldır Başbakanlık makamı olarak kullandığım yer, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na yakışmıyor. Törenleri, caddede, sokakta yapıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışır mı bu? Konuk Başbakanları karşılarken caddeyi trafiğe kapatıyoruz, yolları kesiyoruz, öyle tören yapabiliyoruz. Oysa dünyada durumlar farklı. Ben Başbakanlık makamı, Cumhurbaşkanlığı makamı diye bir farklılık görmüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışan, güzel bir bina yapılması öteden beri hayalimdi benim. Diyordum ki, Ankara Selçuklu izlerinin bulunduğu bir şehir. Ama bizim Osmanlı boyutumuz da var. Ayrıca halihazırda da modern dünyanın aktif bir üyesiyiz. Mimari açıdan tüm bu özellikleri taşıyacak, Başbakanlığın tüm birimlerini de bünyesinde barındıracak bir bina yapılması gerekiyordu. Dıştan bakıldığı zaman Selçuklu’nun, içine girildiği zaman Osmanlı’nın, akıllı bir bina olması hasebiyle de modern dünyanın görülebileceği bir bina olmalıydı bu. Nitekim tamamlanmak üzere olan Başbakanlık binamızda bu özelliklerin hepsi mevcut”.
Başbakan’ın cevabı çeşitli kodlar barındırıyor; ‘Ben Başbakanlık makamı, Cumhurbaşkanlığı makamı diye bir farklılık görmüyorum’ cümlesi Erdoğan’ın zihnindeki yönetim anlayışının küllî yanını gösteriyor. Selçuklu ve Osmanlı vurgusu, Eski Türkiye’nin gelenekle tüm bağlarını kesmesine karşın Yeni Türkiye’nin köklerde derinleşerek yükseleceğini ima ediyor.
Sohbet, cumhurbaşkanı olduğunda frak giyip giymeyeceği konusuna geliyor ki, Başbakan şekle takılan biri olmadığını ifade etmek yanında giymeyeceğine dair işaretler veriyor.
Sahiden Yeni bir Türkiye doğuyor; kıyafet kodlarıyla, törensel ve protokoler boyutlarıyla bunu çok yakında net biçimde göreceğiz. Modern dünyayı ıskalamayan ama kökleriyle de buluşan bir Türkiye...