Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Süleymaniye Camii’ni, yapıldığı tarihte görüp görmek istemediği soruluyor. O da, Süleymaniye benim için dört asrın tecrübesi içinde değerlidir diyor; Yahya Kemal’siz, Mallarme’siz, Dede’siz bir Süleymaniye çıplak olurdu…
Mekan, biraz da içinde yaşananlarla kimlik ve değer kazanıyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi de, her ne kadar en başında da, ‘milletin evi’ niyetiyle inşa edilmiş olsa da, açıldığı gün binalar topluluğundan öte bir şey değildi. Zaman içinde, Cumhurbaşkanımızın davetiyle, toplumun farklı kesimlerini ağırladı. Yurtdışından gelen yabancı heyetlere karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil misyonu üstlendi. Hafızamızı yoklayalım; Cumhurbaşkanlığı makamı, Kasım 2014’te Çankaya’dan Beştepe’ye taşınınca, ilk önemli misafirlerden birisi Papa Fransuva oldu. Cumhurbaşkanı, bu ziyaret sırasında ‘Dünyamızı tehdit eden ırkçılık, ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğe karşı çözümler üretmeliyiz’ diyerek, Beştepe’yi dünyaya küresel barış çağrısı yapan bir merkez olarak konumlandırdı.
Beştepe Külliyesi’nde ilk resepsiyon, 24 Kasım’da, böyle bir dünya inşa etmenin umudu olan öğretmenlere verildi. Ardından peşpeşe davetler, resepsiyonlar, toplantılar, kabuller yapıldı. Sivil toplum kuruluşları, gençler, çocuklar Külliye’ye nefes üfledi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen muhtarlar, cumhurun başı ile cumhur arasında köprüler kurdu. Millet, en küçük meselesini dahi, bu köprüler üzerinden devletin en üst makamına taşıma fırsatı buldu.
Bu süreçte, Külliye epey uzun bir zaman, ‘Saray’, hatta ‘Aksaray’ olarak anıldı. ‘Altın klozetli saray’ gibi akla ziyan tartışmalarla gündeme geldi. Oysa Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin, Türkiye’de son on yılda inşa edilen kamu binalarından çok da farkı yoktu. Olsa bile, devlet için bir temsil makamı olabileceği fikri, algı operasyonları arasında toplumun akl-ı selimini adeta felce uğrattı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ziyareti sırasında Külliye’nin, 16 Türk Devleti’ni temsil eden askerlerle kazandığı kimlik derinliği, pespaye bir medyatik gündemle sabote edildi. Ve insanlar merakla ‘bin odalı saray’ı görmek için fırsat kolladı. Külliye turları ile kapılar vatandaşlara açıldı ve vatandaş hiçbirşeyin söylendiği gibi olmadığını, aksine gurur verici olduğunu söyledi.
Külliye’ye ruh üfleyen en önemli buluşmalardan birisi, kuşkusuz 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonu oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez asker-sivil kaynaşması yaşandı. Külliye’nin kapıları, millete ve onun değerlerine ardına kadar açıldı; şehitlerin ruhuna okunan Kur’an sesi, o gece bütün avluyu kapladı.
? ? ?
Aradan bir yıl geçmemişti ki, Külliye’nin avlusu bu sefer sala sesleriyle inledi. Şerefli Türk ordusunun içinden çıkan bir grup hain, Külliye’nin temsil ettiği milli iradeyi hedef alan kanlı bir darbe girişimi ile Türkiye’yi bombaladı. Ankara o gece, bomba sesleri ile sala seslerinin birbirine karıştığı tarihi bir gece yaşadı. Külliye’nin bahçesinden şehit cenazeleri kalktı. Milletin olağanüstü kahramanlığı, 15 Temmuz gecesinde, Türkiye’yi darbelerin karanlığından çekip alırken, Külliye de, milli irade gömleğini üzerinden kolay kolay çıkarılmayacak şekilde giyindi. O günden beri, Külliye’nin bahçe duvarlarında, milletin duasını, Başkomutan’a olan muhabbetini ve düşmana korku salan sözlerini taşıyan afişler sallanıyor. Millet evinden ayrılmıyor.
Cumhurbaşkanımızın güçlü duruşu, milletimizin cesur direnişi sayesinde Külliye, artık milli iradenin tescilli temsil makamı... O bir gecenin tecrübesi ile artık çok daha değerli!
Şehitlerimize rahmet, milletimize şükranla…