‘İslam’ın hükümlerini güncelleme’ tartışmaları sürerken, kaynağı 14 yüzyıl öncesine dayanan bir dinin sabiteleri ve zamana göre değişen yorumları konusunda yeni bakış açılarına, yeni yöntemlere ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Bu konuları konuşurken, dinin özüne yönelik, tahrife kapı aralayacak kırmızı çizgileri muhafaza etmek ama dini yorumlarken ve bu yeni çıktıları ifade ederken, yeni bir din dili de ihdas etmek durumundayız.
İnsanlık son 100 yılda, hatta bilgisayar teknolojisinin hayatımıza hakim olduğu son 30 yılda değiştiği kadar belki de tarihin hiçbir döneminde bu kadar hızlı değişmedi. Teknoloji, hayatımıza yeni gündemler soktu. Seyahat imkanları arttı. Eskiden birkaç yüz kilometre çevremizle sınırlı bir dünyamız varken, artık, gitmediğimiz coğrafyaların da bilgisine sahibiz. Çevre ve iklim değişiklikleri yeni meseleleri ajandamıza dahil ediyor. Hal böyle olunca, 14 asırdan beri süregelen din dilinin zamana tercüme edilmesi ve aynı zamanda yeni meselelerin yorumlanması, özellikle ilahiyatçılar için yeni gündemler anlamına geliyor.
Bu ihtiyaçları karşılamak için, interdisipliner bir ilahiyat eğitimi zaruri. Bir tefsir yorumcusunun psikoloji, sosyoloji, ekonomi ve daha pek çok alanın temel mantığına vakıf olması ya da bu alanın uzmanlarıyla yakın bir dirsek teması içinde olması gerekiyor. Kimya ve fıkıh eğitiminin birbirini beslemesi, helal gıda fetvasının sağlam bir zemine dayanması noktasında bir ihtiyaç mesela. Fakat ne yazık ki, bu türde bir ilahiyat donanımından bugün yoksunuz. Yakın zamanlara kadar müspet ilimler alanında çalışanların, ilahiyat alanlarına itibar etmemesi, ilahiyatçıların ise diğer alanlara ilgisizliği, maalesef sorunu derinleştirerek her şeyi kuşatan, bütüncül bir din dili oluşturmanın önünde engel olmuş.
Dini ilimlerle, müspet ilimler arasındaki bağ koparak, seküler ve pozitivist bir anlayış hakim olmuş. Oysa ilim geleneğimiz, astronomi ile tıbbı, mantık ile botaniği aynı potada eriten, yaşadığı dünyaya bir bütün olarak bakabilen bir yaklaşımın ürünüydü. Bu bütüncül bakış tüketirken üretimi, harcarken doğal kaynakların tasarrufunu hesaba katan, insanı yaşadığı toplum ve doğal çevre içinde değerlendiren bir yaşam kurgusuna sahipti. Eski âlimlerin hayat hikayelerine bakıldığında, coğrafya, matematik, mantık, belagat gibi alanların bir arada olduğu görülür. Fakat bugün bu bağlar kopmuş durumda. Sözgelimi bugün matematikle müzik arasındaki bağı koparmış bir eğitim yaklaşımına sahibiz.
Dolayısıyla hayatı kompartımanlara ayırarak yaşıyoruz. Dinin hayatımızda açılan yeni alanlara dair yorumunu da hangi çerçeveye oturtacağımızın krizlerini yaşıyoruz. Oysa İslam’ın zamana ve tek bir coğrafyaya kayıtlı olmayan evrensel mesajı, dinamik bir fıkıh müessesesini zorunlu kılıyor. Dinin bugüne bir şey söyleyebilmesi için günün şartlarına açık bir kapısının olması lazım ki, İslam’ı hiç tahrif olmadan ve özü değişmeden bugüne taşıyan da, bizatihi fıkhın sunduğu imkanlardır. Yeter ki, sabitelerle değişkenler arasındaki dengeyi doğru kuracak interdisipliner ilahiyatçılarımız, âlimlerimiz olsun.