‘Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler bu kitabın sadece bir sayfasını okurlar’. St. Augustine’e ait bu söz seyahatin açabileceği ufukları bize bir kez daha hatırlatıyor.
Seyahatin tüm insanlar için sıralayabileceğimiz ortak amaçları elbette vardır fakat bir sufinin, bir batılının, bir Müslümanın seyahate yüklediği anlam farklı olabilir. Prototip tanımlardan hareket edecek olursak, mesela bir Batılı için seyahat, içinde biraz macera tutkusu olan ama çoğunlukla ‘öteki’nin aynasında kendini inşa etme eylemi olarak tanımlanabilecekken, mesela bir ortaçağ Müslümanı için dini bilginin oluşumu peşinde bir arayıştır.
Doğunun ve Batının seyahat literatürünü mukayeseli okumak bu ontolojik amaçları ortaya çıkarmak için bize yepyeni ufuklar açabilir. Sözgelimi birbirine yakın dönemlerde bir Batılı ve bir Doğulu olarak aynı güzergahlardan geçmiş Marco Polo ve İbn Battuta’yı mukayeseli okumak, hatta her ikisinin izinden gidip, bir seyahate çıkmak modern insanın bu dünyada coğrafya ve tarihi buluşturarak yapabileceği en müthiş entelektüel girişimlerden birisi olabilir.
Kader bir gün böyle bir yol açar mı bilinmez ama şimdilik bulduklarımızla yetinelim ve seyahat konusunda ufuk açıcı bir kitaba odaklanalım; Houari Touati’nin Ortaçağ’da İslam ve Seyahat kitabı, bir seyahat dönüşünde okuduğum ilginç bir kaynak eserdi. Bir alim uğraşının tarihi ve antropolojisi olarak Ortaçağ seyahat kültürü üzerine hiç bilmediğimiz ayrıntılar içeriyor kitap.
Touati’nin çizdiği geniş çerçeveye bakılırsa, 8. ve 12. yy. boyunca, Hicaz, Irak, Yemen, Horasan ve Maveraünnehir’in kuşattığı Müslüman coğrafya, Müslüman alimlerin bineklerinin nal sesleriyle yankılanıyordu.
Bilindiği üzere, Ortaçağ Müslümanlarının seyahatlerinde temel motivasyon, İslam’ın ikinci temel kaynağı olan hadisleri güvenilir ravilerden toplama amacıydı. Fakat zamanla bu seyahatler İslami bilginin üretimi yanında dindışı alanlara da yayılarak geniş çaplı bir antropolojik bilgi birikiminin oluşmasına vesile oldu. Müslüman alimler sınırları genişleyen İslam coğrafyasında farklı toplumların kültürlerini, dillerini yakından görme ve kayda geçirme fırsatı buldular. ‘Rıhle’ adlı seyahat yazım geleneği buradan doğdu. Rıhle, yani ‘bilgi peşinde seyahat’ literatürü, içerdiği bilgilerle bize Müslüman alimlerin ilk antropologlar ve etnologlar sayılabileceğini de gösteriyor. İslam dünyasını doğudan batıya dolaşan meşhur tarihçi Taberi’nin seyahati sırasında ailesinden para gelmeyince gömleğinin kollarını söküp sattığını okuyoruz mesela bu eserlerden. Bu bilgi aynı zamanda gömlek kolunun 9. yy’da kitap taşımaya yarayacak şekilde geniş bir elbise parçası olduğuna dair etnografik bir veri de sunuyor.
Bu seyahat literatürünün teyit ettiği bir başka önemli bilgi, İslam eğitim sisteminde bilginin kaynağının kitaplardan önce kitapları birlikte mütalaa edecek hocalar olduğu. Nitekim, Ortaçağ’da Müslüman alimler için tek meşru bilgi icazet verilmiş bilgidir ve ancak silsile yoluyla alınabilir. Bu nedenle seyahat bilgiye ulaşmanın en önemli vasıtasıdır. Alim adayları, geniş bir coğrafyaya yayılmış saygın silsileler içine girebilmek için, bu ünlü hocaların şehirlerine bu yüzden seyahat eder.
Bugün bilgiye ulaşmanın yolları gibi seyahat etmenin anlamı da değişti kuşkusuz. Bazen bürokratik engeller, bazen finansman sorunu seyahat rotamızı belirleyebilme iktidarını elimizden alsa da, gerçek bir seyahatin önündeki en büyük engel, sadece ‘turist’ olmaya talip bilinçsizliğimiz olabiliyor. Bu nedenle seyahat etmek için imkanlar oluşturmanın peşine düşmeden önce neden seyahat ettiğimiz üzerine de biraz düşünmek gerekiyor. Ancak bu şekilde seyahatin kazanımlarından bir bilinç çıkarmak mümkün olabilir.