İstanbul’a gelen birinin ilk ziyaret edeceği müzeler, genellikle Topkapı, Ayasofya ve Dolmabahçe oluyor. Her biri öylesine önemli ki, turizm destinasyonları arasında ilklerde olmayı elbette hak ediyorlar. Fakat İstanbul gibi tarihi zenginliği ve kıymeti emsalsiz bir şehirde, hangi eser ikinci plana atılabilir ki?
Bu bağlamda Sultanahmet Meydanı’nda üç büyüklerin (Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii/Müzesi) gölgesinde kalmış bir mekandan söz etmek istiyorum. Türk ve İslam Eserleri Müzesi… At Meydanı’nın hemen sağ yanındaki müze, adeta tarih içinde tarih. Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve veziri İbrahim Paşa’ya hediye edilen saray, Osmanlı geleneği içinde hanedan dışında bir kişinin adını taşıyan tek saray olma özelliği de taşıyor. Bu yönüyle, müze sadece içindeki eserler değil, kimliği ve mimarisi açısından da son derece önemli. Kanuni, 1530’da şehzadelerinin At Meydanı’nda yapılan sünnet düğünü şenliklerini buranın şahnişinden izliyor. 16.yy. sivil mimarisi içinde önemli bir yeri olan İbrahim Paşa Sarayı, Roma dönemi hipodromu üzerinde inşa edilmiş. Müzeyi rehberliğinde dolaştığım Müze Müdür Yardımcısı Dr. Murat Bozcu’nun işaretiyle fark ettiğim, hipodrom kalıntıları arasındaki bir oturak taşı, asırlara meydan okuyarak olduğu gibi duruyor.
Müzeyi değerli kılan esas şey, böyle bir tarihi mekan üzerine Osmanlı bakiyesi coğrafyadan getirilen eserlerle mekanın yeni bir kimlik kazanması.
1914’te Evkaf-ı İslamiye Müzesi adıyla açılan müze, Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinden eserlerden müteşekkil. Bu girişim, İmparatorluğun zor günler geçirdiği bir dönemde eserlerin yurtdışına kaçırılmasının da önüne geçiyor. Talana uğrayan cami, mescit ve türbe gibi vakıf binalarından toplanan eserler, Emevi, Abbasi, Kuzey Afrika, Endülüs, Fatımi, Selçuklu, Eyyubi, İlhanlı, Memluk, Timurlu, Safavi Devletleri ile Kafkas ülkeleri, beylikler dönemine ait. Bu çeşitlilik, Osmanlı’nın gerisinde çok yönlü bir geçmişe sahip olduğumuzu da düşündürüyor. Özellikle el yazmaları bölümü, belge değeri taşıyan çok özel eserlerden oluşuyor.
Müzede eksik olan, mekan her ne kadar İbrahim Paşa’nın adını taşısa da, onun yaşamı, kimliği ve dönemine dair bir müzecilik çalışmasının olmaması. Muhtemelen, İstanbul Adliyesi olarak da kullanılan bölümünün restorasyondan geçirilip, saraya kazandırılmasıyla bu gerçekleştirilecektir.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi, avlusuyla son derece asude bir mekan. Hem geçmişin, hem de yakın dönemin, hem İstanbul’un, hem de geniş bir imparatorluk coğrafyasının ruhunu taşıyan bir iklime sahip. Avlusunda bir kahve içimlik zaman geçirmek bile insana iyi geliyor.