Batı, yüzyıllardır tüm dünyanın kulağına bir masal fısıldıyor; nakaratı tarafsızlık, objektiflik, fikir hürriyeti, demokrasi ve özgürlük olan. Kendi topraklarını da, kulağa hoş gelen bu kavramların anavatanı olan bir demokrasi yurdu ilan ediyor. Bir insanlık değerini ne kadar içselleştirdiğiniz, ne oranda temsil ettiğiniz, onu kendi dışınızdaki kişilere, coğrafyalara da layık görüp görmemenizle anlaşılır.
Ne yazık ki, Batı bu konuda çifte standartların anayurdu. Tarafsızlık ve objektiflik, Batı üzerinde sanal bir elbise. Fikir hürriyeti ve özgürlük ise, sadece belli kesimlerin elinde bulunan bir tekel.
Avrupa, gerçekten insan haklarının yurdu olsaydı, 90’lı yıllarda Avrupa’nın göbeğinde, Bosna’da yaşananlar yaşanmazdı. Müslüman olmak dışında hiçbir ‘günah’ı olmayan Boşnaklar, 3.5 yıl boyunca etkileri hâlâ süren bir soykırıma tabi tutulmaz, 10 bin kişi ölmez, 60 bin kişi yaralanmaz, binlerce anne 20 yıldır evlatlarının bir parça kemiğine ulaşmak için hâlâ çırpınıyor olmazdı.
Yine demokrasi götürme iddiasıyla sınırlar aşıp Irak’ı işgal eden Batı, demokrasiye gerçekten inanmış olsaydı, bugün Mısır’da ‘seçilmiş Cumhurbaşkanı’ hapiste olmaz, ülkeyi darbeci bir general yönetmezdi. Birliğine aldığı ülkelere idam cezasının kaldırılmasını şart koşan Avrupa, gerçekten tutarlı ve dürüst olsaydı, onlarca insanın idam cezasına çarptırıldığı Mısır için dünya kamuoyunun vicdanını harekete geçirecek bir adım atardı.
Batı’nın tutarsızlıklarını, çifte standardını anlatmak için bu köşe yetmez. Nitekim, bu çifte standardın son örneğini, Belçika’da adı ‘Demokratik Hümanist Merkez Partisi’ (CDH) olan bir parti ortaya koydu. Milletvekili Mahinur Özdemir’i Ermeni iddialarını tanımadığı gerekçesiyle partiden ihraç etti. Düşünce ve ifade özgürlüğüne alenen aykırı olan bu durum, Batı’nın maskesini bir kere daha düşürdü. Demokrasinin tüm ilkelerinin çiğnendiği bu ihraç girişimi, aynı zamanda Avrupa’nın entegrasyon politikalarının da iflas ettiğini gösteriyor.
Kendisini ‘Belçikalı bir Türk’ olarak tanımlayan Özdemir, Batı standartlarında son derece iyi eğitim almış bir hukukçu. Ailesi, kültürel ve sosyal gelişimi adına da ona iyi bir yol açmış, aynı zamanda emeğin değerini bilsin diye genç yaşından itibaren, aileye ait markette kasiyerlik yapmasını da teşvik etmiş. Bu süreçte sosyalleşerek, içinde yaşadığı toplumun sevgisini kazanan Özdemir, aldığı oylarla Brüksel’de en fazla oy alan beşinci milletvekili olmuş, aynı zamanda Avrupa’nın ilk başörtülü milletvekili unvanını kazanmış. Bu yönüyle, partiden ihraç kararı, Brüksel toplumunun kararına da saygısızlık anlamına geliyor. Entegrasyonun imkanlarını ortadan kaldırarak ötekileştirmenin yolunu açıyor.
Tüm bu gelişmeleri, aslında son birkaç yıldır Avrupa’da yükselen muhafazakârlıktan bağımsız okuyamayız. Avrupa’nın albenisi yüksek ‘çok kültürlülük’ söyleminin samimiyetsizliğini ve arka planını gösteren bu tutum, Avrupa’nın gittikçe içine kapanan bir siyasal ve toplumsal evrene doğru yol aldığını da ortaya koyuyor.
Fakat tüm bu pratiklere rağmen, Avrupa’nın demokrasi ve insan hakları gibi alanlarda hâlâ söylemsel üstünlüğe sahip olduğu görülüyor. Çünkü Avrupa’nın tüm dünyaya ektiği oryantalizm tohumu hâlâ meyve veriyor. İçimizdeki oryantalistler bunun en çarpıcı örneği. Öte yandan, İslam dünyası yeni bir zihniyet dünyası inşa etme zahmetine girişmeyecek kadar atalet içinde.
Batı’nın çifte standartlarına rağmen, kendini batı demokrasisine referansla inşa eden zihinler ve bu atalet oldukça, bu söylemsel üstünlüğün ömrü ne yazık ki sürecek.
Bugün, yüzyıllardır bu masalla uykuya dalanları birilerinin uyandırması gerekiyor ki, bu misyon Türkiye’ye yakışıyor.