Akıl hastanesinde yatan Ahmet, arkadaşına “Ben peygamberim” deyince arkadaşı “Tamam oğlum kafayı yedik de o kadar da değil” der.
Ahmet daha sonra koğuşun “gediklisine” gider ve “Bizim Hasan akıllanmayacak, bu kafayla buradan çıkması mümkün değil, herif kendini peygamber sanıyor” der. “Gedikli” arkadaşı “Hayır yalan söylüyor, ben öyle bir peygamber göndermedim” diye karşılık verir.
Bizim bazı yazar, siyasetçi ve yargı mensuplarının tavrı da buna çok iyi uyuyor. Evet sadede geliyorum. Geçen hafta Habertürk’te Balçiçek İlter’in programına Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’le birlikte konuktum.
Programın sonlarına doğru Bülent Keneş “AKP, dindar gençlik yetiştirmek istiyor. Bu, jakobenist tavırdır” demişti.
Ancak programın son dakikaları olduğu için verdiğim cevap tek cümleden ibaret kalmıştı.
Bugün, eksik kalan bu tek cümle yerine, tek başına bu cümleyi yazacağım. Önce Başbakan ne demiş, bir bakalım: “Biz dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz.”
Şimdi bir insan bu kısa cümleden “insanı dinden imandan çıkartan” bir yorum nasıl yapabilir?
Başbakan, “Biz dini esaslara dayalı devlet fikrini gerçekleştireceğiz” mi diyor? Hayır.
Başbakan “Biz gayrimüslim gençlerin Müslüman olmasını sağlayan adımları atacağız” mı diyor? Hayır. Elbette, dini esaslara “dayalı” bir devletin mevcudiyeti, laik devlet olmaktan çıkıldığı manasına gelir. Oysa söylenen sadece şu: “Ben dindar gençliğin artmasını istiyorum.”
Yukarıda “dini esaslara dayalı devlet” fikri demiştim. Yani, “dayalı” dedim. “Saygılı” demedim.
Zira “dayalı” derseniz, bu sözcük laikliğe aykırı bir düşünceyi yansıtır. Yansıtır, zira bu memlekette sadece belli bir dinin mensupları yaşamamaktadır.
Ancak “saygılı” ibaresi bambaşka bir ifadedir.
Devletin dini esaslara “dayalı” olması nasıl ki laikliğe aykırıdır, devletin dini esaslara “saygılı” olmaması da laikliğe aykırıdır.
Bu kafa karışıklığı hem Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’te hem de Atatürk’ün bu yanlış tespitine destek verenlerde mevcuttur. O kadar ki 1925 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılma gerekçesi, tıpkı Abdurrahman Yalçınkaya’nın açtığı davanın gerekçesi gibidir.
85 yılda basit bir cümlenin yorumunda bile “ittihat” (birlik) sağlanamamış, dolayısıyla “terakki” (ilerleme) kaydedilememiştir.
TpCF’nın kapatılma gerekçesi malum: Partinin tüzüğünde yer alan “İtikad-ı diniyeye hürmetkârız” (Dini inançlara saygılıyız) cümlesi kapatma için yeterli görülmüştür.
Abdurrahman Yalçınkaya da AK Parti’yi kapatma davasında Başbakan’ın “Hamdolsun” sözcüğünü kullanmasını kapatma gerekçelerinden biri saymıştı. Ama hamdolsun ki kapatılmadı!
Evet Başbakan Erdoğan’ın “dindar gençlik” sayısının artmasını arzu etmesi, adı üstünde bir temennidir. Bir şeyi temenni etmek ile o şeyi temin etmek arasında meşe kütüğü ile kürdan arasındaki fark kadar bir fark vardır.
Neticede dindarlığın karşıtı dinsizlik değildir; dindarlığın karşıtı, dindar olmamaktır.
Tıpkı küfür ile günah; kafir ile günahkar arasındaki fark gibi.. Ya da küfürbaz ile kafir arasındaki ciddi fark gibi..
(Teşbihte hata aranmaz.. “Sigara sağlığa zararlı değildir” derseniz, bunun adı geri zekalılıktır. Ama “sigara sağlığa zararlıdır” deyip de içmeye devam ederseniz, bunun adı tiryakiliktir.)
Hani Atatürk’e atfedilen sözlerden biri ne idi? “İstikbal göklerdedir”di, değil mi?
Şimdi Atatürk bu cümleyi söylediği zaman “Söz konusu olan gök ise; deniz, kara ve hava, hava civadır” mı demiş oldu?
Kaldı ki tam tersine “yer”e de çok önem verdi ve “demir ağlarla ördü anayurdu dört bir baştan”!